Lise yıllarımdan hafızamda kalan önemli olaylardan biri de çok sevdiğimiz bir öğretmenimizin okul bahçesinde ciddi bir şiddet olayının kurbanı olmasıdır.  Olayın gerçekleştiği gün hastanede bulunmam ve öğretmenimizin yaşadığı saldırganlığı hemşire ablalarımdan öğrenmem,  olayı benim için unutulmaz kılan sebeplerden biridir.  Ancak olaydan yıllar sonra dahi zaman zaman hatırlayacak kadar etkilenme sebebim, saygıda kusur etmememiz gerektiği öğretilen öğretmenlerimizden birinin böyle bir davranışa maruz kalmasına anlam verememem olmuştur. Bir öğrencinin, kendine emek veren, onu yetiştiren bir öğretmenine saldırma cesaretini nasıl bulduğunun yanıtını o anki yaşam deneyimlerimle verememiştim.  Öğretmene dönük şiddetin maalesef korkunç boyutlara ulaştığı günümüzde bu sorunun cevaplarını biliyorum.

Öğretmene dönük şiddet yaygınlaşıyor çünkü öğretmeni yasal ve sosyal statüde koruyan bir ‘öğretmen dostu’ sistemin çok uzağındayız. Hatta öğretmeni yasal ve sosyal statüde şiddet gibi son derece ciddi problemlerden korunmaya çalışmak bir yana, sosyal statüde öğretmenin saygınlığını ayaklar altına almak için adeta uğraş verdik!

Nasıl mı?

Hatırlatayım:

Öğretmen şikayet hatlarıyla… veliye, öğretmenleri amirlerine  şikayet hakkı verirken aynı zamanda onların hafızalarına çocuklarıyla ilgili en küçük problemde okula müdahale edebileceği algısını kazıdık. Bu hatayı unutmayalım, hatta hatırladıkça vicdanımız sızlasın! Eğitim çalışanlarını en çok savunması gerekenler,  “İdare ya da öğretmenden memnuniyetsizliğinizi Alo 147 hattı ile bize şikayet ediniz”  derken, öğretmeni velinin karşısına bir hedef olarak çıkartıp sosyal statüde yalnız bırakarak biraz da bugünleri hazırlamıştır. Bu hattın kaldırılmasının artık bir anlamı yok; öğretmen velinin gözünde öylesine itibar kaybetti ki CİMER’ e yazarım cümlesi, öğretmene ve idareye yönelik tehdit aracı haline geldi.

 Öğretmeni şiddete karşı savunmasız hale getiren nedenlerin başında sosyal statüde öğretmenin itibarsızlaştırılması gelmektedir.  Toplumun birçok kesimi farkında olarak ya da olmayarak bunda rol oynamıştır.  Şiddet karşıtı mevzuatın yetersizliği ile de öğretmen açık bir hedef haline getirilmiştir. Aslında şunu söylemek yanlış olmaz; öğretmene dönük şiddetin yaygınlaşması,  mesleğin itibar kaybına uğradığı koşullarda mevzuat yetersizliğinden güç alarak daha hızlı gerçekleşmiştir. Yılların özlemiyle beklenen Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda da  ihtiyaçları karşılamayan formatıyla, öğretmeni yasal ve sosyal statüye koruyan bir yasal dayanağa sahip olma şansını elimizden kaçırdık!

Öğrenciye Sınıfı Geçme Garantisi Öğretmene Performans Karnesi!

Öğretmenleri itibarsızlaştırarak hedef haline getiren sistemsel yanlışlar arasında -bu yıl kademeli olarak tekrar getirilen- sınıfta kalmanın yıllardır uygulanmamasının dolaylı etkisi de unutulmamalıdır. Öğrenciye ‘veli tehdidiyle’ arttırılmış puanlar, düşük notlara rağmen sınıfı geçeceği güvencesi verilirken;  öğretmene performans karnesinden bahsettik. Sınavlardan sınavlara koşturduğumuz çocuklarımızın başarısızlığında  sorumluluğu öğretmenlere yıkarken, öğrencinin ve başarıyı getirecek aile ortamını sağlayan velinin bu konuda sorumluluğunu hiçe saydık.

Belki de bugünleri hazırlayan nedenlerle hesaplaşmak anlamsız. Bundan sonrasında öğretmenin şiddetin hedefi olduğu koşulların nasıl düzeltilmesi konusuna eğilmeliyiz. Peki nereden başlamalıyız?  Öğretmene şiddet olaylarının failleri, yalnızca toplum vicdanında ağır biçimde yargılanmasın. Haberlerde ‘eşkıya’ şeklinde nitelendirilen ve gerçekten de şehir eşkıyaları gibi okullarda terör estiren, ahlaki değer sistemi kendilerini  vicdanen durduracak derecede gelişmemiş bu failleri,  hiç değilse  yasalar durdurabilsin!

Eklemek de gerekir ki öğretmene dönük şiddet karşıtı mevzuatlar çok şeyleri değiştirebilir ancak tek başına yeterli olmayacaktır. Öğretmenin sarsılan itibarını sosyal statüde yükseltmek için de çaba harcamalıyız. Veli;  öğrencisinin başarı ya da başarısızlığı ile davranışlarından birinci derecede sorumlu olan eğitim paydaşı olması gerekirken söyler misiniz;  öğretmen ve idarecilerin saygınlıklarının zedelendiği ve yalnız bırakıldığı bir sistemde  ‘okulların efendisi’ olduğu sanrısına kapılmakta haksız mı!?