Libya'da şehit olan MİT görevlileriyle ilgili olarak attığı tiviti, hiçbir "yeni bilgi" dolayısıyla "ifşa" içermeyen Murat Ağırel, "istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek" suçundan 4 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edildi.

Libya'da şehit olan MİT görevlilerinin "aleni" cenazeleriyle ilgili olarak yaptıkları haber, hiçbir "gizli bilgi-belge"ye dayanmamasına rağmen, Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç, "istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek" suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildi.

Yeni infaz düzenlemesiyle "6 yıl ve altında hapis cezası alan bir hükümlü doğrudan tahliye hakkı kazanabiliyor"ken, yani hiç hapse girmeyebileceklerken, üstelik de süreç boyunca bu yönde sayısız hukuki uyarıda bulunulmuşken, meslektaşlarımız, trajikomik şekilde "tutuklu kaldıkları süre göz önünde tutularak" tahliye edildiler.

Bu "kılıf" 6 ay/yarım yıllık hak ihlalini görünmezleştirmeye yeter mi?

Hadi yetti; Ağırel, Pehlivan ve Kılınç'a verilen "ceza", toplum vicdanında "Boşu boşuna yatmadılar" algısını inşa edebildi…

Ya Barış Terkoğlu?

Terkoğlu, hakkındaki bütün suçlamalardan beraat etmişken, onun cezaevinde tutulduğu 4 ayı, neye sayacağız peki?

***

Murat'ın, Barış'ın, Hülya'nın Silivri Cezaevi'nin kapısında belirdikleri dakikalarda, aileleriyle kucaklaşmalarını izlerken sinir sistemimiz bertaraf halde, hepimizin gözü-kulağı Sincan Cezaevi'nin kapısına çevrildi ya bir yandan da…

İlim'in annesini kucaklayıp havalara uçurduğu onun tanığı olmak bir hayal, umut olmaktan çıkıp da mümkün bir beklentiye dönüştü ya…

Üç aydır cezaevinde tutulmasına rağmen Müyesser Yıldız hakkında hâlâ bir iddianame yazılmış değil. Ne zaman hakim karşısına çıkacak belli değil.

Tutukluğuna yapılan itirazı değerlendiren mahkeme bırakın gerekçelerini dinlemeyi, avukatına haber verme gereği bile duymuyor…

Tutun ki bu adaletsizlikler silsilesinden sonra beraat etti; hiçkimse ödemeyecek hayatından çalınanların bedelini!

***

Zulüm dahil her nevi hak, hukuk, hürriyet ihlalinin "sebep olanlar"ın yanına "kâr" kaldığı böyle bir iklimde, "idam" cezasını isteyebilmesi için, siyaseti sahiden de "kelle koltukta" yapıyor olması gerekiyor bir siyasetçinin.

Büyük cesaret; büyük özgüven; hem talep edenleri, hem bu talebi emir telakki edip gerekli hazırlıkları başlatanları canı gönülden tebrik ediyorum.

Zira, "devran"ın mütemadiyen döndüğü bir ülke mevzu bahis olan…

Doğru kanunların,  uygulama gücü yanlış ellere geçtiği vakit nasıl dramatik sonuçlar doğurabileceğini tekrar tekrar tecrübe etmiş bir ülke…

***

Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan nasıl idam edildi sanıyor acana bu arkadaşlar?

Ya Mustafa Pehlivanoğlu?

Cevdet Karakaş, İsmet Şahin, Fikri Arıkan, Cengiz Baktemur,  Ali Bülent Orkan, Ahmet Kerse, Halil Esendağ, Selçuk Duracık?…

Ya Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan?

Dön geri…

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey nasıl idam edildi?

***

Hukuki miydi?

Kanunu mi?

Adil mi?

İlk anda aynı kapıya çıkıyor gibi görünen bu kavramlar nasıl farklı yollara sokuyor insanı halbuki!

***

Savunmaları hazır;

Ama onlar "darbe dönemleri"ydi.

Sorun bakalım toplumun yüzde ellisine; hangi dönemleri çağrıştırıyor yargının bugünkü işleyiş şekli?

Mahkemelerin "Yüce Türk Milleti" adına verdikleri kararlar, yüzde yüz oranında sindirilebiliyor mu toplum vicdanınında? "Bağımsız yargı" mı sayılıyor kırılan kalemlerin faili yoksa üzerindeki gölgesi her gün biraz daha ağırlaşan siyaset mi?

***

Uzatmayacağım.

Başta "terör" olmak üzere bazı suçlar için ben de "idam" cezasının varlığından ve dahi uygulanmasından yanayım.

 AMA…

İktidar sahiplerine "gözünün üstünde kaşın var" diyenin, ne olduğunu bile anlamadan, kendini "terör suçlusu" olarak hakim karşısında bulduğu bir ortamda bunu savunacak kadar da aklımı kaybetmedim.

En klişe örneği vereyim; "devran" dönmemiş, iktidarda o meşhur paylaşım kavgası, "ne istediler de vermedik" isyanı yaşanmamış olsaydı ve yasalarımızda "idam" cezası bulunsaydı, Türkiye Cumhuriyeti'nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ dahil, Kuvvet Komutanları dahil, belki Engin Alan gibi "kahraman" Türk subayları dahil, Mehmet Haberal gibi "dünya çapındaki" bilim adamları dahil çok sayıda insan bu cezaya çarptırılacaktı. TBMM'deki bir "Anayasal darbe"ye bakardı infazları…

"İdam"ı tartışmadan önce cevaplamamız gereken soru şu:

Türkiye'nin (sadece bugünden bahsetmiyorum gelecekte de) iktidar sahiplerinin bir daha hiçbir şekilde aldatılmayacağından, kandırılmayacağından emin miyiz?

Yargının, bir daha hiçbir şekilde  "özel yetkilendirilmiş" ellere geçmeyeceğinden emin miyiz?