Atlar…Atlar…Tarih yazan atlar…Yürekleri fetheden atlar…Rüzgârlarla yarışıp,şimşeklerle coşup,boranlarla coşan atlar…

Atlar, alıp götürüyorlar rüzgârlarında tenimizi,ruhumuzu, hayallerimizi, sevdiklerimizi...Çok vefâlılar,onca yaptıklarımıza rağmen…

Atlar,rüzgârların mavi çocukları…

ÖLÜM… 

Başkalarının dediği gibi simsiyah değildir ölüm.Kara bir ses,çıkmayan canda bir hırıltı,boğaza takılan bir düğme hiç değildir.Beyazlar giyinmiş bir gelinin zifâf odasında damadı bekleyişidir ölüm.

 Ölüm…Ölüm beyaz rengiyle lapa lapa yağan kardır. Saflıktır. Arınmasıdır ruhun bütün dünyevî pisliklerden.Yeniden durulması, kendine gelmesidir. Mor,kırmızı,ille de mavi menekşeler gibi yeniden boynunu yukarıya doğru uzatmasıdır.Tebessüm yüklü olarak nâifçe gülümsemesidir yüce Mevla’ya. Ölümün başka bir yüzü daha varsa o da mutlaka yeşildir:yeniden doğuştur,yeni hayata,âhirete el uzatıştır.

Ha,dünyada,çalıp,çırpmış,haram lokmayı kursaktan lüp lüp indirmişsen, yetim hakkını götürmüşsen (!!!),yalan,riyâ,adam kayırma sence sıradan bir iş ise dünyada ,bak işte şimdi vaziyetin açıkçası kel (!!!!).Senin için değil karanlık,zifirdir,çoğunlukla feryattır, yanmak,ölmek isteyip acıdan ölememektir. Ölümün konusunda seçimini sen yapacaksın arkadaşım,kardeşim.Allahın verdiği cüz-i irade ile…

O kadar !