Adli yıl açılış töreninde atılan "adalet", "ceza adaleti", "hedef süre", "reform" nutukları üzerine, tutukluluğu, daha hakkında iddianame bile yazılmadan cezaya dönüşen gazeteci Müyesser Yıldız'ın durumunu hatırlatmıştım. Ne zaman hakim karşısına çıkacağı belli olmayan, avukatlarının hakkındaki dosyaya erişimi, dolayısıyla da savunma hakkı kısıtlanan Yıldız'ın, -eğer cezaevindeki küçük televizyonundan töreni izliyorsa-, konuşmacıların kulaklarını çınlatıyor olabileceğini savunmuştum.

Yanılmışım.

Müyesser Abla, tutulduğu Sincan Cezaevi'nden, "Hiç üzülmesin" diye haber göndermiş:

"Ben ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz cephesine geçeli çok oldu. Söylenenleri önemsemiyorum. Hukuk masallarını dinleyecek yaşı da geçtim…"

Elçiye zeval olmaz, Müyesser Abla, ilettiği notta bir de şöyle bir soru yöneltmiş:

"Adli yıl açılışı nedeniyle Saray'a Danıştay'dan giden oldu mu? Kimler gitti?"

***

Malum, Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu (KVKYK), "SİT alanlarına kamu hizmet binası yapılabileceğine" dair bir ilke kararı alarak Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerine "Külliye" inşa etmekteki "mahsur"u ortadan kaldırmış, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ise KVKYK kararının hukuka aykırı olduğuna hükmetmişti. Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan karar düzeltme istemi de yine Danıştay tarafından geri çevrilmişti.

Konuya ilişkin 150'den fazla davası bulunan Mimarlar Odası Ankara Şubesi, İdari Dava Daireleri Kurulu'nun kararını, Beştepe'deki yapının "hukuksuz ve kaçak" olduğunun teyidi kabul etmişti.

İşte, yaşanan bütün bu hukuki süreç Müyesser Abla'nın merakının nedeni…

"Müyesser Yıldız'ın dostları"ndan mesaj var

Müyesser Yıldız'ın dostlarının şöyle bir mesajı var; bir maniniz yoksa, özellikle sağlığınız kimse için risk oluşturmuyorsa buyurunuz:

"8 Haziran 2020'de haksız hukuksuz şekilde gözaltına alınan gazeteci kardeşimiz Müyesser Yıldız, yaklaşık üç aydır tutuklu olarak Sincan Cezaevi'nde yatmaktadır.

Anayasa Mahkemesi'ne yapılan bireysel başvuru da halen ele alınmamış, hakkında bir iddianame hazırlanmamış, tutukluluğuna karşı yapılan itirazlar tamamen hukuk dışı gerekçelerle reddedilmiştir. Adeta hükümsüz bir cezayı çekmektedir.

Kendisi, bütün güçlüklere rağmen hâlâ gazetecilikte direnmekte ve yazılarına devam etmektedir.

Bu hafta, 5 Eylül Cumartesi günü, yine saat 13.30'da Ahlatlıbel Atatürk Parkı'nda yapacağımız piknikte biraraya gelip 15 dakikalık tam sessizlikle Müyesser Yıldız'ın masumiyetine kefaletimizi dile getireceğiz.

Tüm Müyesser Yıldız dostlarını ve okuyucularını Ahlatlıbel Atatürk Parkı'ndaki piknikte birlikte olmaya davet ediyoruz.

Bütün dostlarımızın maske, hijyen ve mesafeye yönelik şahsi önlemlere dikkat etmesini önemle rica ediyoruz.

Piknik menümüz, herkesin yanında getireceği, Müyesser Yıldız'ın vazgeçilmez gıdaları çay ve simit olacaktır.

Siz yoksanız biz çok eksiğiz…"

Dün ne öğrendik?

Terör örgütü üyesi ve dahi yöneticisi olduğunu adımız gibi bildiğimiz, bağlantılarını, ilişkilerini, Türkiye'yi hedef alan tehlikeli eylemlerin hazırlığında olduğunu tespit ettiğimiz teröristleri, "elde yeterli somut veri, net kanıt olmadığından" tekrar tekrar serbest bırakacak kadar ultra hukukçu ve fakat elde yeterli ya da yetersiz, somut ya da soyut hiçbir veri, delil ve hatta ortada "suç" da bulunmadığı halde muhalif gazetecileri tutuklulukla cezalandırabilecek kadar adaletsiz bir zihniyetçe yönetilmekteyiz!

SORU-YORUM

İmam Hatip Lisesi yedinci sınıf öğrencisiyken, 14 yaşında katıldığı eylemden dolayı gözaltına alınan, İBDA-C terör örgütü üyeliğinden yargılanan, idam cezasına çarptırılan ve 10 yıl cezaevinde kalan Star yazarı Yakup Köse, İsmailağa Camii'nde 8 yıl arayla işlenen imam cinayetlerinin aydınlatılamamış olmasını eleştirdiği dünkü yazısını, 2006'da öldürülen "Bayram Ali Öztürk Hoca"nın Fetullah Gülen karşıtı sözleriyle bitirdi ve şöyle dedi:

"Şehidimiz yıllar önce FETÖ'nün ne olduğunu ve akıbetini anlatmış ama duyması gereken kulaklar FETÖ'nün yağlı sofralarında 'kardeşlik' masallarını dinliyorlardı…"

Köse bir sonraki yazısında da bu soruları cevaplarsa, yazısının "eksik" parçası da tamamlanmış olur belki;

İsmailağa Camii'nden yükselen "uyarı"ları duyması gerekenler kimlerdi?

Kim yönetiyordu o gün ülkeyi?