Kadına şiddeti önlemeye yönelik "İstanbul Sözleşmesi"nin Erdoğan tarafından feshedilmesi ortalığı karıştırdı... Sokaklarda eylemler yapılıyor, partiler-sivil toplum örgütleri-kadın dernekleri infial halinde...
Son 18 yılda 7600'den fazla kadını öldüren şiddetin perde gerisinde feodal baskılar, adına "töre" denilen çarpıtılmış "gelenekler" ve bağnazlık olduğu toplumun büyük kesimince kabul ediliyor ya, sözleşmenin feshine en büyük desteğin tarikat ve cemaatlerden gelmesi bir kez daha dikkat çekti...
Mürit bürokrattan eğitim çalışanına, siyasetçisinden sözde din adamına kadar kimi bağnaz kesimdekiler, yani tarikat ve cemaat yurtlarındaki taciz ve tecavüzlere göz yumanlar-küçük kızlarla evlenilmesini doğal karşılayanlar sözleşmenin iptalinin ardından adeta ve davul zurna çalıyorlar...
Dünkü Yeniçağ'a da yansıdığı gibi; Hizbullahçılardan, Selefilere, Nurculardan Nakşilere kadar tarikat ve cemaatler de Erdoğan'ı tebrik için kuyruğa girmişler...
Peki, kadına şiddete hep sessiz kalırken, bağnazlık ve feodal baskıları dayatanlar İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesiyle yetinirler mi, yoksa katı yasaları zorlamak için daha da ileri mi giderler?..

Asıl hedef Medeni Kanun!..

Uzun zamandır, bir yandan İstanbul Sözleşmesi'nin iptali için propaganda yürüten, diğer yandan da adeta şeriat kanunlarının uygulanmasını dayatan zihniyet Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesini alkışlarken, siyasal şımarıklığa zirve yaptırmaya da hazırlanıyor...
Örneğin dinci kesimden İhsan Şenocak adlı şahıs,
"Yeni sözleşmeyi İslam'la yapalım" diyerek Medeni Kanunu hedef alırken, "Cübbeli Ahmet" olarak bilinen zat sosyal medya hesabından, "İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanımız tarafından feshedilmiştir. Dış güçlerin FETÖ vasıtasıyla sinsice kurdukları tertiplerden biri daha bozulmuştur" diye tuhaf bir açıklama yaptı!..
Milli Gazete, Erdoğan'ın fesih kararının ardından adeta göbek atarken, Yeni Şafak'tan bir zavallı, "Bu sözleşme, eşcinsel evliliklerini meşrulaştırıyor" diyebilecek kadar saçmalamıştı...
Ancak tarikat ve cemaatler, sadece Erdoğan'ı desteklerken İstanbul Sözleşmesi'ni hedef almadılar, aynı zamanda daha da fazla taviz istediler...
Örneğin Nurcular'dan bir zat,
6284 sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"u da hedef alarak, "Şimdi sıra 6284'te" ifadesini kullanabildi...
Atatürk düşmanı Akit gazetesi ise laiklik düşmanı bağnaz kesimlerin hedefini daha da ileri götürdü!..
Gazetenin yazarlarından
Abdurrahman Dilipak İstanbul Sözleşmesi'nden sonra tarikatların yeni beklentisinin ipucunu verirken, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen, "Kadına karşı her türlü ayrımcılığın yok edilmesi" ile "Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması" sözleşmelerini bile hedef aldı...

Çarpıtılan gelenek çözüm mü?..
 

Laikliğe karşı olan, kadını ikinci sınıf gören ve gerçek inançlı Müslümanları kışkırtan gerici kesimlerin taviz beklentisi nereye ulaşır bilinmez ama, tarikat ve cemaatlerin AKP'den uzaklaşmasını engellemek için İstanbul Sözleşmesi'nden çekilen iktidar cenahından yükselen farklı sesler, bir yandan yeni planları deşifre ederken, diğer yandan da kadına şiddetin perde gerisindeki "asıl mekanizma"yı kurtarıcı gibi gösterme gayretinde...
AKP Genel Başkan Yardımcısı Fatma Betül Sayan Kaya'nın, İstanbul Sözleşmesi'nin yerine "Ankara sözleşmesi"ni hazırladıklarını ifade etmesi kafaları daha da karıştırdı...
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, AKP iktidarı döneminde kadın cinayetlerinin arttığı yolundaki saptamalara karşı çıktı, tüm dünyada 13 olan "bir milyon kişi başına kadın cinayeti" oranının Türkiye'de yüzde 3.8 olduğunu öne sürdü...
Üstelik Soylu; "Uluslararası sözleşmelerin varlığı veya yokluğu, vatandaşımızın karşı karşıya kalacağı herhangi bir suç şeklini önlemeye ilişkin çalışmalarımızı eksiltmez veya arttırmaz" diye duyuru da yaptı...
Gelelim bu tartışmalar içerisinde, İstanbul sözleşmesi yerine kurtarıcı gibi gösterilen "asıl mesele"ye...
Yani, kadına şiddete karşı mücadeleyi yasalara değil, tarikat, cemaat ve aşiretlerin kendi kurallarını dayattığı sözde "gelenek"lere!!!
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, "Türk kadınının saygınlığını layık olduğu seviyelere çıkartmak adına verdiğimiz mücadeleyi geleneksel toplumsal dokumuzu da muhafaza ederek, ileri noktalara taşımak azmindeyiz. Çareyi dışarılarda aramaya, gerek yoktur. Çözüm bizatihi 'gelenek ve göreneklerimiz'de mevcuttur" demişti...
Oktay, çözüm diye sunduğu yaklaşımla, aslında istemeyerek, AKP ve tabanında yozlaştırılan ve geleneklerle hiç ilgisi olmayan sosyal çarpıklığa da dikkat çekmiş oldu!!!
Ne yazık ki Oktay'ın "çözüm" diye sunduğu, çoğu dejenere edilmiş "gelenek ve görenekler" özelikle "töre" adına işlenen cinayetlerin asıl gerekçeleriydi...
Çünkü kırsal kesimde ve Anadolu'dan gelen insanların yaşadığı metropollerin varoşlarında, sözde "töre" yasalarını tetikleyen çoğu çarpıtılmış "gelenek ve görenekler" ve dinciliğin katılaştırdığı sosyal kurallar kadının başında cehalet ve bağnazlığın paslı kılıcı gibi durmaya devam ediyor..