Gün sessizce iniyor Bafra’nın üzerine. Ürkütücü ıssızlık…       

Acılarımla ,kederlerimle baş başayım. İçimdeki baharlar kırgın maviye. Kahve renkli bir sessizliğin orta yerindeyim. Yaman bir hüzün artığı sarkıyor paçalarımdan ve ben gözyaşı ıslağı… Sessizliğime yalnızlığım ortak şimdi.  Yanılmayın şen-şakrak oluşuma, o gördüğünüz kalabalık yalnızlığımın tezahürü dışarıya sarkan. İçim ayan beyan Eylül artığı. Şimdi çıkıyorum dışarıya ve gün batımına kadar geri dönmeyi düşünmüyorum. Üzerinden ne kadar süre geçti hatırlamıyorum. Açlıktan midemin guruldamasıyla kendime gelebildim.  Meğer kala kalmışım kanepenin bir ucunda oturarak. Hızlıca kalkıp, üzerime kabanımı çektim, altımda eşofmanım çıktım dışarıya. Serinlik vardı, başımı kaldırdım gökyüzüne, yağmur başlayacaktı. Bir yerlerden sızan, ekşi bir koku sızısı kaplıyordu her yanı. Yavaş adımlarla ilerlerken, sokakta esnafın sabah telâşı çarptı gözlerime. Kepenkler büyük gürültülerle açılıyor, kilitler hızla yuvalarına sokulurken ,anahtar tomarlarının sesleri, selâmlaşmalar yankılanıyordu âdeta bütün caddede. Ve tam o esnada bunları düşünürken, tane tane iniverdi yağmur gökten. Gözümü hafif kısarak, başımı hafifçe kaldırırken gök yüzüne, ıslaklık çarpmaya başladı yüzüme . Adımlarımı sıklaştırdım , yağmur iyice hızlanıyordu. Caddeyi bir anda toprak, toz ve küf kokusu karışımı kapladı. Fırından taze, mis kokulu, sıcacık bir somun, iki simit alıp, sundurmaları kendime siper edip dönerken,  parmak aralarımda sıkıca tuttuğum mavi bir yalnızlığımla elimi cebime soktum. Aklıma düşüverdin gene, içimdeki hasret sen uzaklaştıkça büyüdü büyüdü kocaman ,ürkütücü bir heyûla oldu. Sığmaz oldu tenime ben, anahtarı sokarken kilide…