Her ne kadar insanlığın doğuşuna ve medeniyetlerin ortaya çıkışına zemin hazırlasa da ve tarihin halen ayakta duruşuyla şanslı olsa da; zengin yeraltı kaynakları belki de son 100 yıldır Orta Doğu'ya hiç şans getirmedi...

Daha öncelerini bir tarafa bırakalım; 1980'deki Irak-İran Savaşı'ndan bu yana Orta Doğu'da ne silah sesi susuyor, ne barut kokusu dağılıyor, ne çatışma bitiyor ne de kan deryası duruyor...

Irak-İran savaşı sonrasında Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgal etmesi ile başlayan Körfez Savaşı, ABD'nin Irak'ı işgal etmesi, "Arap Baharı" tuzağı ile Orta Doğu'daki her ülkenin karıştırılması, Saddam'ın asılması, Libya'da iç savaş sonrası Muammer Kaddafi'nin linç edilmesi ve Suriye'de kışkırtılan 9 yıllık iç savaşın ardından kanlı coğrafyanın kangrenleşmiş acılarına nerdeyse her gün bir yenisinin eklenmesi kader değil...

farc.jpg

Orta Doğu sadece huzurunu yitirmiş bir şanssızlığın ortasında değil, kan deryasında boğulan, tüm sosyo ekonomik çekiciliğini her geçen gün kaybeden ve yıkık- virane kentleriyle "kuş uçmaz- kervan geçmez" bir coğrafya olmaktan da öteye gidemiyor artık...

Petrol, doğalgaz ve diğer yeraltı kaynakları uğruna sürekli din savaşlarının kışkırtıldığı Orta Doğu'da gün geçmiyor ki yeni bir çatışma, yeni bir patlama ve yeni bir felaket ortaya çıkmasın...

Bu nasıl bir paradokstur ki; patlayan silahlar da, uykudaki suskun (!) mühimmatlar da kan deryasına çeviriyor Orta Doğu'yu...

Yani pusularda kan kusan otomatik silahlar, mitralyözlar ve havan topları insanlığı tüketmeye devam ederken, Beyrut'ta gafletin-ihmalin-cehaletin sonuçlarına sığınan son vaka da gösterdi ki, oralardaki tek pusu can almayı bekleyen namlusuna mermi sürülmüş silahlar değil!.. Baksanıza; depolarda (!) gaflet- cehalet-duyarsızlık ve bilgisizlikle bekletilen mühimmatlar da yıllar sonra can alabiliyor Orta Doğu'da!!!

Kuşkulu yükün infilakı!..

Ne tuhaf değil mi; savaş yaşanmasa da, terör eylemi olmasa da durup dururken bile katliamlar yaşanıyor Orta Doğu'da!!!

İşte Beyrut'ta bir atom bombasının etkisiyle; ülkeden 200 kilometre uzaklıktaki Kıbrıs'ta bile duyulan (en yakındakiyle en uzaktaki yapılara ve insanlara büyük zarar veren) bir vahim patlama, durup dururken (!) yaşanmış!..

Tarımda kullanılacağı yalanıyla bir gemiye yüklenen 2750 kilo amonyum nitrat 2013 yılında İstanbul üzerinden Beyrut Limanı'na götürülmüş ve kaçak olduğu gerekçesiyle de alıkonmuş...

Çünkü Gürcistan'ın Batum limanında yüklenen amonyum nitratı Mozambik'e götüren

Moldovya'ya ait "Rhosus" adlı gemi teknik arıza gerekçesiyle Beyrut Limanı'na girmiş ve oradan bir daha çıkamamış...

Yani geminin hem rehin tutulan 4 mürettebatı, hem de yükü sahipsiz kalmış!.. Mozambik de olayla ilgilenmeyince, sözde tarımda kullanılacak kimyasal madde pusudaki bir bomba gibi limanda atıl vaziyette bırakılmış...

Lübnan Gümrük Genel Müdürlüğü, patlayıcı maddelerin tehlike yaratması nedeniyle yargıya başvurmuş ama yıllardır bombalara, patlamalara, teröre, yıkımlara alışmış olan Lübnan yönetimi pek umursamamış...

Velhasıl, amonyum nitratın atom bombası gibi patlamasına yol açan fitilin ateşlenmesini kimi komplo teorisyenlerinin iddia ettiği gibi, İsrail ya da bir terör grubu değil, bizzat Beyrut'taki yetkililerin ihmali sağlamış!!!

Beyrut'u adeta yerle bir eden dehşet verici patlamanın belirlenebilen ve kesin olmayan sonuçları bile çok ürkütücü;

En az 135 ölü, 80'den fazla kayıp, 5000'den fazla yaralı, evsiz kalan 300 bin kişi kişi ve en az 5 milyar dolarlık ekonomik kayıp...

Gaflet, yıkım, ölüm!..

1.2 milyon metrekarelik bir araziye yayılan, 12 depo ile 120 bin ton kapasiteli ambar ve yıllık 1 milyon 200 bin konteyner kapasiteli Beyrut Limanı artık yerle bir...

6 bin metreye ulaşan rıhtım uzunluğunun yanısıra, stratejik konumu nedeniyle dünyanın en büyük deniz nakliye şirketlerinin aktarma merkezi de olan limanın, tarihte görülmemiş bir patlamanın ardından havaya uçması ile ilgili kompo teorileri de yayılmaya devam ediyor...

Örneğin; Rusya'daki haber ajansları, patlamanın depolarda bulunan Hizbullah silahlarını yok etmek için gerçekleştirildiğini öne sürdü.

Rusya'daki Novaya gazetesi daha da ileri giderek, patlamayla ortadan kaldırılan Hizbullah'a ait silahların İsrail'e karşı kullanılacağını iddia etti...

Orta Doğu kanlı bir kuyu, herkes bir taş atıyor ve aslında hangi taşın üzerinde kimin parmak izinin olduğunu da büyük devletlerin istihbaratları çok iyi biliyor...

Buna rağmen, 2006 ve 2011'de de büyük patlamaların meydana geldiği Lübnan'da, her olayın arkasında terör saldırısı, devletler savaşı ya da başka komplo teorilerini aramaya gerek yok...

Asıl gerekçe ortada duruyor;

15-20 Kasım 2003'te, devletin dikkatinden kaçarak İstanbul'da, deterjan üretimi adı altında, amonyum nitratla patlayıcı yaparak HSBC Bank Genel Müdürlüğü, İngiltere Konsolosluğuyla iki sinagogu havaya uçuran ve en az 60 kişiyi öldüren El Kaide militanlarının kullandığı gafletin belki de aynısının kurbanı oldu Beyrut...

Asıl mesele, amonyum nitratın Beyrut Limanı'nda kaynak yapılırken çıkan bir yangının ardından büyük bir bombaya dönüşmesi değil..

O kimyasal maddenin 6 yıldır stratejik öneme sahip bir limanda pervasızca ve gafletle bekletilmesidir asıl mesele...

Evet; ortada başıboş bırakılmış bir bomba varsa, bu ha kendiliğinden patlamış ha patlatılmış hiç fark etmiyor artık...

Lübnan yönetimi kendi kendine soruyor mu acaba; neredeyse her gün dehşet verici bir patlamanın yaşandığı Orta Doğu'nun göbeğinde, Lübnan gibi huzursuzluktan kurtulmayan bir coğrafyada, ülkenin en büyük limanlarından birinde 3 tona yakın amonyum nitrat neden yıllarca bekletildi?..

Yazının başında boşuna dikkat çekmedik; Orta Doğu burası... Namlusuna mermi sürülmüş silahlar da kan kusuyor, depolarda gafletle-cehaletle bekletilen kimyasallar da!..

O halde söyler misiniz; Orta Doğu'dan giden turistlerin valizindeki yiyecekleri bile kimyasal analizden geçiren Avrupa ve Amerika gibi ülkelerde böyle patlamalar neden olmuyor?..

Talihsizlik ve şanssızlık değil sadece, beceriksizliğin elinde de çırpınıyor Orta Doğu...