Silivri'de tutulduğu günlerde mektup yoluyla bir söyleşi yapmıştım Müyesser Yıldız'la.  İlk sorum, "Eşiniz şüphelenmedi mi sizden? Siz yemek yaparken "bomba düzeneği mi kuruyor" diye kuşkulandığı, yanınızda uyurken "ya canlı bombaysa ve beni de havaya uçurursa" diye huylandığı, soğan doğrarken "mutfakta göz yaşartıcı bomba mı var" diye müdahaleye yeltendiği olmadı mı hiç: bunca yıl nasıl gizleyebildiniz kendinizi?" olmuştu.

Zira, Müyesser Yıldız "terörist"likle suçlanıyordu ve eşi Naci Uğur bir emniyet müdürüydü. 7/24 polis gözetimi pardon koruması altındaki bir evde yaşıyorlardı.

"Faaliyetlerimi onlar yattıktan sonra yürütüyorum" yazmıştı, o soruyu da yanıtladığı cevap mektubunda.

En büyük sancılarından biri eşini "terörist kocası" durumuna düşürmüş olmaktı. Bunu o denli dert etmişti ki, "Ya beni, ya emniyeti bırak" demişti, cezaevine konduktan sonraki ilk görüşmelerinde. Hatta, "Ergenekoncu karısını boşamış" olursa Emniyet içinde rahat bir nefes alır diye "Boşanmayı" teklif etmeyi bile düşündü eşine o günlerde.

***

Naci Bey, hazmedilemez onca suçlamaya karşı tereddütsüz eşinin yanında yer aldı. Yıldız, Silivri'de kalıyordu; Ankara-İstanbul arasında mekik dokudu. Adeta bir "özel kalem" gibi, Müyesser Yıldız'a yollanan ve onun dışarıya yolladığı ne kadar mesaj varsa itinayla not etti. Hepsini muhataplarına iletti. Müyesser Yıldız'ın sesi dışarıdan biraz daha fazla duyulabildiyse; dışarıda, bunu sağlayabilmek için arı gibi çalışan eşi sayesindeydi.

O kadar ki,  Banu Avar, Uğur'u "Yılın kocası"  ilan etmişti.

Naci Bey, "yüzyılın kocası" olmaya aday şimdi!

Evlerinin "bir kere daha" basıldığını, Müyesser Yıldız'ın "bir kere daha" gözaltına alındığını öğrenince aradım kendisini.

Karşı karşıya kaldıkları garabet karşısında söyleyecek söz bulamadığımdan, anın ağırlığıyla tezat şekilde "Önce teröristlik şimdi casusluk; bu nasıl polislik Naci Bey eşiniz ikinci defa atlatıyor sizi" dedim.

Birçok kumpas mağduru gibi bu arada bir de Hukuk Fakültesi'ni bitirmişti Uğur.

Dün, Müyesser Yıldız'ın "bir kere daha" tutuklanmasının sabahında konuştuğumuzda, eski bir emniyet mensubu ve dirayetli bir eşle birlikte, bu kez bir hukukçu da vardı karşımda.

***

"Rezalet" dedi.

Dört gün boyunca, TCK'nın 328. Maddesi yani "Siyasi ve Askeri Casusluk"la suçlandığı gerekçesiyle gözaltında tutulduktan, Emniyet'teki ifadesi bunun üzerinden alındıktan sonra adliyede şapkadan "TCK 329"un çıkmış ve Müyesser Yıldız hakkındaki adli işlem, öngörülen cezası nispeten daha hafif olan "Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama Suçu"ndan yapılmıştı. Yani dört gündür "Yok artık" dedirttiği şekliyle "yazmadıklarından" değil "yazdıklarından" yargılayacaklardı!

Da…

Yıldız'ın "açıkladığı" ve "sır" olan bir şey yoktu ki!

Suça konu iki yazısından birinde, "Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias'ın "Hafter'in Libya Ulusal Ordusu'ndaki iki Türk komutanıyla görüşmesinden çok memnun olduğunu" söylemesi üzerine "Doğru mudur böyle bir şey? Doğruysa, kimdir bu iki "Türk komutan"? Emekli mi, muvazzaf mı ya da NATO-ABD himayesindeki "FETÖ"den firari kişiler mi?" diye soruyor…

Diğerindeyse, bizatihi Cumhurbaşkanı'nın "Orada bir harekat merkezi, bu harekat merkezinde de bizim bir korgeneralimiz bulunacak" sözlerinden sonra ataması yapılan korgenerali duyuruyordu.

***

Bu yazıların birinin üzerinden beş, diğerinin üzerinden 6 ay geçti; bu süre zarfında ikisi de yayınlanmaya devam etti.

Naci Uğur da haklı olarak isyan etti;

"Bu yazılar devleti zarara uğratacak bilgiler içeriyorsa, bugüne kadar neden erişim yasağı getirilmedi? Müyesser'i içeri atınca suç ortadan kalktı mı? Yoo, duruyor. Hâlâ yayında ikisi de…. Madem suç, neden devam ettiriyorsunuz?.."

***

Ama bana göre hepsinden önemlisi "Siz nasılsınız? İlim nasıl?" diye sorduğumdaki cümlesi:

"Biz iyiyiz; Müyesser'e yakışır şekilde duruyoruz!"

***

Müyesser Yıldız, Silivri'de önce dostlarını, meslektaşlarını sorguladığını söylemiş ve "Zor zamanlarında düşmanlarımın bile yanında oldum... Haliyle aynı şeyi bekliyorsun 'dost' bildiklerinden... Bir selam, iki satır mektup, ne bileyim oğlumu arayıp 'Birşeye ihtiyacın var mı?' diye sormak... Ama 'herkes insan ve cesur olmak zorunda değil ki'yi kabullendim artık" demişti.

Bir çok şeyi yapamayabiliriz ama hiç değilse onu zaten başka birçok şeye mahkum edildiği Sincan'da bir de böyle bir sorgulamaya mahkum etmeyebiliriz