Melek…

Gencecik bir kız çocuğu; 24 yaşında.

Doğup büyüdüğü bölgede, bugün, bu çağda bile hâlâ "kız çocukları"nın boynuna "kader" diye asılan yaftayı yırtıp atmış, üniversiteye girmeyi de, mezun olmayı da başarmış.

"Matematikçi"; atanamayan bilim insanı(!) yani; KPSS'ye hazırlanmaya başlamış…

Bu arada biriyle tanışmış, ailesiyle tanıştırmış, evlilik kararı alınmış.

Nasılsa "cepte" ya artık; canım cicim faslının yerini kıskançlıklar ve bağlı arazları almaya başlamış.

Tehdit…

Melek, "devlete" sığınmış; evlenmeyi düşündüğü kişiden şikayetçi olmuş, izini kaybettirmeye çalışmış.

Başaramamış…

Bir kere daha "devlet"in kapısını çalmış; uzaklaştırma kararı aldırmış.

Adam(!) bakmış kızın teslim olmaya niyeti yok; "devlet"ten çok daha "pratik bir çözüm merci" olarak "aile"yi devreye sokmuş.

Sonrası;

Bang… Bang…

Melek'in önceki ifadelerinden, sığınmaya, korunmaya en muhtaç olduğu zamanlarda onu korumak, kollamak yerine yalnız bıraktığı, irtibatı kestiği anlaşılan aile üyelerinden "erkek" kardeşi, çekmiş silahı, katletmiş ablasını.

Bir sokak ortasında, üzerine kanlar sıçramış kitapları kalmış Melek'ten geriye.

O şimdi morgda; yalnızlığı devam ediyor burada da. Zira, ailesi almayı reddetmiş Melek'i; "kimsesiz gibi" gömülmeye terk etmiş…

***

Namus bu!

Ve ahlak…

***

Bekir Coşkun

Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi köşe yazarlarından biri, kimileri için en iyisi.

Bir dil cambazı.

Kuşlar, çiçekler, böcekler; bir masal ülkesi, pembe düşler, harikalar diyarı insanı. Keza, sırf bundan, bu cennet ülke, böyle olmaya layıkken ve olabilecek kaynaklara sahipken bunlara kast ettiklerinden birilerine kızgınlığı.

Yoksa ne kinle işi var, ne nefretle…

Hümanist; fazla hatta…

Barışçıl; zeytin dalı da yetmez; Athena gibi zeytin ağaçlarıyla donatırdı dört bir yanı ona kalsa…

Öldü.

Önceki gün defnedildi.

Dün bir yazı, "gazete" maskeli paçavranın sayfalarında:

Millete "g.t kılı" diyen Bekir'e pamuğu tıkadılar…

Nasıl bir kin, nasıl bir nefret, nasıl bir hırs ise zifiri karanlık bünyelerinde büyüttükleri, cenaze töreni, "Bir imamın eline düştü" diye tasvir edildi; defin işleminin gerekleri "intikam yöntemi"ymişçesine ifade edildi;

"Ölülerinizi hayırla yâd ediniz" hadisi bile firenleyemedi, "Bizim ölümüz değil" deyip uzattılar ısrarla foseptik dillerini.

***

"Din" diye dayattıkları da bu…

***

Gel de bu "namus"la, bu "ahlak"la donat bakalım şimdi kendini!

Gel de "bu din"in "dindar"ı ol bakalım şimdi!

SORU-YORUM

TRT Ana Haber Bülteni'ni de sunan ve dün star.com.tr'de İYİ Parti'deki son gelişmelere değinip "Peki bu partiye göl veren seçmenler… İYİ Parti'ye oy vermeye devam edecek mi?.." diye soran Ersoy Dede, çok değil, bundan sadece 5 yıl önce vuku bulan ve "aktörleri"ni düşününce siyasi tarihimizin çok daha eşsiz sayfalarından birinde yer almaya namzet Bülent Arınç-Melih Gökçek polemiğinden sonra da, aynı perdeden "Bir partinin kurucu ismi, halen de milletvekili olarak görevini sürdüren dominant bir üyesi çıktı ve partinin, başkentin büyükşehir belediye başkanlığı koltuğunda oturan adamı için 'paralel yapının kucağına oturdu' dedi… Şimdi Melih Bey, bu sözün sahibi konumunu muhafaza ederken, o koltukta oturmaya devam edecek mi? Şimdi Bülent Bey, ABB Başkanı paralelin kucağına oturan (kendi iddiasıyla ifade ediyorum) bir partinin rozetini yakasında taşımaya devam edecek mi? Şimdi Tayyip Erdoğan, belediye başkanını paralelin kucağına oturmakla olmakla itham eden bir ismi partide tutmaya devam edecek mi? Peki bu partiye göl veren seçmenler; AK Parti'ye oy vermeye devam edecek mi?" diye yazmış, yazabilmiş miydi?

Başka sorum yok!