Keşke tekerrürden ibaret olmasaydı tarih; ve keşke, aynı "ilke"leri, papağan gibi tekrarlayıp durmak zorunda kalmasaydık biz de böyle her seferinde size.

Mesaimizi -ki, günün 24 saatini kapsayan eşsiz bir düşünme maratonudur bu- yeni kavramlar üretmeye, yeni teoriler geliştirmeye, yeni ufuklar için rotalar çizmeye harcayabilseydik; bu kısırdöngüden kaynaklanan görünmez prangalarımızı sökebilip de.

Ama ne mümkün; daha "adalet"in bile, "özgürlüğün" bile, "sağlığın", "eğitim"in bile, hatta "eve ekmek götürebilmenin", "tokluğun" bile "en temel ve eşit hakkımız" olduğu konusunda orantısız dirençle karşılaştığımız bir iklimde!

***

Bu yazının yüzlerce benzerini, sanıkları bakımından da, isnat edilen suçlar bakımından da elma ile armut kadar farklı 16 iddianamenin bir dosyada birleştirildiği, bir de üzerine tüy diker gibi ideolojik bir rövanş markası olarak "Ergenekon"la etiketlendiği o tarihi torba dava sırasında da yazdım; hatta davaya dönüşmeden önce soruşturma aşamasında da…

Hizaya çektiklerini varsaydıkları yüzlerce insana, "Hadi bakalım sen şimdi bize "ETÖ" diye bir terör örgütü olmadığını ve bunu kurmadığını, yönetmediğini ispatla", "Hadi bakalım, sen şimdi bana darbeye teşebbüs etmediğini, suikast planlamadığını ispatla" dediği zamanlarda da devre muktedirleri…

Tuncay Özkan için de yazdım… Mustafa Balbay için de yazdım… İlker Başbuğ için de yazdım… Hasan Atilla Uğur için de yazdım… Güler Kömürcü için de yazdım… Doğu Perinçek için de yazdım… Mehmet Haberal için de yazdım… Veli Küçük için de yazdım…

Bambaşka olan ama aynı mağduriyeti yaşayan bu insanların hiçbirini ayırmadım.

***

Yine bu yazının yüzlerce benzerini, Türk Ordusu'nun 365 mensubunun birden, spor salonundan bozma bir mahkemede, tiyatroya dönen sözde bir yargılamayla "tasfiye edildiği" Balyoz iftirası sırasında da yazdım.

Dalga dalga kuvvet komutanları kelepçelenirken, ordu komutanları, özel kuvvetlerin kahraman askerleri "teröristlerin tanıklığında sanık yapılırken" ve onlara dönüp de "Hadi bakalım, şurada şu lafı ederken, burada bu kişiyle yazışırken, oraya o notu alırken, aklından geçenin darbe olmadığını ispatla" denilirken de yazdım.

Engin Alan için de yazdım… Korkut Özarslan için de yazdım… Bilgin Balanlı için de yazdım… Mustafa Önsel için de yazdım… Murat V. Tolga için de yazdım… Ergin Saygun için de yazdım… Cemaz Temizöz için de yazdım… Çetin Doğan için de, Semih Çetin için, Özden Örnek için, Murat Özenalp için de yazdım…

Ayırmadım.

***

Oda TV davasında, fikren yan yana gelebilmesi mümkün olmayan gazeteciler aynı "örgüt"ün hedefine hizmet ediyor gibi gösterilirken de yazdım.

Nedim Şener için de yazdım… Müyesser Yıldız için de yazdım… Barış'lar için de Ahmet Şık için de yazdım… Soner Yalçın için de yazdım…

Ayırmadım…

***

Hatta…

Sittin sene geçse aynı söylem yahut eylemde buluşma ihtimalimin bulunmadığı Nazlı Ilıcak için bile yazdım…

Canan Kaftancıoğlu için yazdım…

***

Bu ülkenin insanlarının, mevzu bahis adalet olduğu vakit, bütün etnik, dini, siyasi, ideolojik, sosyal, sınıfsal kimliklerinden arınıp meseleye "hukuk" ve "vicdan" ekseninde bakması gerektiğini -artık- idrak edebilecek kadar çok tecrübe yaşadığına inandım; sadece bizim ömrümüze denk gelenler bile yeter de artardı zira bunu anlamaya.

Anlaşılmamış hâlâ.

İnanabiliyor musunuz buna?

****

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu hakkında soruşturma başlatmasının ardından, şöyle bir cümle okudum, Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi'nin köşesinde geçenlerde:

- Şimdi de Buğra Kavuncu'nun FETÖ'cü olmadığını ispat etmesi gerekecek..

***

Ortaçağ Avrupasında mı yaşıyoruz; niye gereksin böyle bir şey?

Türkiye Cumhuriyeti, bu niteliği Anayasal güvenceye de alınmış bir "hukuk devleti" değil mi?

Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre şüpheli yahut sanığın masumiyetini değil, davacının iddiasını ispat etmesi gerekmez mi?

En ironiği, bizatihi bu "masumiyeti ispatla" yöntemi, şimdi "FETÖ" olarak anılan yapının "kumpas" yargılamalarında başvurduğu bir yöntem değil miydi? Tamamı çöken o davalarda, en çok itiraz ettiğimiz usul hatalarından biri bu değil miydi?

***

Oldu olacak bir de çıplak ayakla kor ateşler üzerinde yürütelim Kavuncu'yu; yanarsa, yaralanırsa suçludur, değilse suçsuz!

Veya metalden yapılmış "böğüren boğa"ya sokalım; boğa ısınıp da uzuvları yandıkça bağırırsa "suçu büyük" sayar, diri diri yandığı halde sesi soluğu çıkmazsa ikna oluruz üzerine atılı suçlarla ilgisi olmadığına!

***

Söylentilere "delil" değeri atfetmek, sanığın lehine yapılan konuşmaları "işbirliği"ne, "suç ortaklığı"na yormak, velhasıl "hiçbir sanığın masum bulunamayacağı" anlayışıyla yazmak, çizmek, hüküm vermek, "engizisyon"a özgü yöntemlerdir.

Engizisyon işkencelerinden kaçan mağdurların güvenle sığındığı bu topraklarda başvurmayın bari bunlara; "ecdad"la gurur duyuyoruz ya; onun hatırına!