Önceki gece saat 04 suları…

Apartmanda olağan dışı bir hareketlilik…

Kapı dürbününden baktım, kat kat sarınmış birkaç kadın, kucaklarında aynı şekilde kat kat sarınmış çocuklar, ellerinde çöp poşeti gibi torbalara rastgele doldurulmuş kıyafetler var.

Basamakları çıkamıyor, artık neredeyse sürünüyorlar.

Görümcem fırladı; kollarına girip o çıkardı, misafir olacakları daireye kadar.

Deprem bölgesinden geliyorlar…

*

Ertesi sabah…

"Tanıdık yanında"ki birkaç saatlik uyku, belki duş, belki birkaç yudum yemek molasından sonra, belli ki daha uzun süre barınabileceklerini başka bir adrese doğru yeniden yollara düştüler hep birlikte.

*

Depremin üçüncü ya da dördüncü günüydü; kuzenim aradı. Çocukluk arkadaşı ve ablası; Hayrabolu'da anneannemin de komşularıydı; sülalecek tanıdığımız eş-dostun kızları; biri Kahramanmaraş, diğeri Malatya'da yakalanmışlar depreme; küçük çocuklarıyla…

Maraş'taki kardeşi Kayseri'ye tahliye etmişler.

Malatya'daki abla çocuklarıyla Ankara yolunda…

"Seni söyledim" dedi, kuzenim; "İstanbul'a araç bulamazlarsa  sende kalabileceklerini söyledim."

"Araç aramasınlar, gelince arasınlar alalım, çocuklar kendine gelene kadar kalsınlar" dedim; "sonra yeniden yola çıkarlar."

Hemen, alarm durumuna geçtik tabii; çocukların yaşlarına göre muhtemel ihtiyaçlar listesinin tedariki, karşılaşacağımız psikoloji karşısında en doğru tavrın, üslubun ne olacağını öğrenme gayreti…

(Aramadılar, çok anlaşılır şekilde bir an önce ailelerine kavuşmak istemişler; yorgun argın ilk buldukları araçla yola devam etmişler.)

*

Hafta sonu annemi aradım; teyzemdeymiş. İnsan bazen "büyük resme" öyle odaklanıyor ki, kendi burnunun dibindekini duymaktan acizleşebiliyor. Teyzemin torunu da Gaziantep'teymiş deprem anında; yıldız millî basketbolcu.

Depremden iki gün sonra getirebilmişler Tekirdağ'a.

"İki günde büyümüş" diye anlatıyor teyzem; "Dönüp, gönüllü çalışmak istiyor orada…"

*

Ankara'daki bir arkadaşımızın ablası; Hatay'da üniversitede öğretim üyesiydi. Enkazdan çıktı. Fiziken yarasız varsayılıyor; ruhu yaralı olmayan yok diye zahir bu aşamada kimse onun üzerinde pek durmuyor.

*

Damadımızın ablası; eşinin ailesinin bir bölümü Mersin, bir bölümü Hatay'daydı; büyük bölümü sağ çıkamadı. İlk günden itibaren, üst üste kaç vefat haberi aldılar sayamıyoruz artık.

*

Demem o ki, hepimizin durumu aynı…

Türkiye'nin 8'de 1'i yerle bir oldu.

Ve deprem, istisnasız, bu ülkenin her bir vatandaşının;

Ya kendini vurdu…

Ya ailesini vurdu…

Ya komşularını vurdu…

Hepimizin;

Ya vefat eden arkadaşlarımız, eşimiz, dostumuz var; teselliye muhtaç haldeyiz…

Ya yakınlarını kaybeden arkadaşlarımız var; teselli gayreti içindeyiz…

Ya daha üç beş gün önce şimdi enkaz olan o binalarda bulunmuş olanımız "ben de orada olabilirim" düşüncesinden kurtulamayanlarımız var…

Ya artık "yok" olan o sokaklarda hatıralarımız var…

Ya içlerinde, bazılarımızın bir dönem okuduğu, bazılarımızın bir dönem çalıştığı, bazılarımızın askerlik yaptığı, bazılarımızın konser verdiği, sergi açtığı, bazılarımızın tatil yaptığı; ama bir vesileyle yolunu geçirmiş olduğu şehirler var…

*

Hemen her deprem haberi "13,5 milyon insanımızın doğrudan etkilendiği…" diye başlıyor ya günlerdir; ona itirazla yazıyorum bu cümleleri.

Çok mu önemli?

Evet, önemli.

Bu öyle bir felaket ki; bu ülkede yaşayıp da, bu ülkenin vatandaşı, bu milletin ferdi, bu toplumun parçası olmayı içselleştirip, özümseyip de "doğrudan" etkilenmeyen/etkilenmeyecek olan bir Allah'ın kulu yok çünkü.

Depremin "13,5 milyon insanı doğrudan etkilediği" zannıyla üretilen hiçbir politikanın olumlu sonuç verme ihtimali yok çünkü.

Hiçbirimizin, hayatlarımıza "6 Şubat'tan önce olduğu gibi" devam edebilme şansı yok çünkü.

Dereceleri, boyutları farklı; evladının cenazesini kucaklamış babanın, annesinin kaldırımda yatan cenazesi başında çömelmiş ne beklediğini bile bilmeden bekleyen evladın, enkazın altından çıkmış olanınkiyle, arama-kurtarma için gittiği bölgede bir hafta yüzlerce ölüme tanıklık etmiş olanınki, ekran başında ağlamaktan içi çıkanınki elbette farklı ama travmaysa bütün ülke; hep birlikte yaşıyoruz bu travmayı.

Hepimizin sarmakla mükellef olduğu yaralar var.

Kimimiz gönüllü çalışmaya, çadır kentlerde, konteyner kentlerde devam edeceğiz.

Kimimiz koruyucu aile olacağız.

Kimimiz, hane nüfusumuzu +2, 3 arttırarak evsiz yakınlarımıza "yuva" olmaya çalışacağız.

Çocuklarımızın "depremzede" arkadaşları olacak okullarında.

Üniversiteliler işte; ilk haftadan parçası oldular; eğitim hakları yersizce sakatlandı.

Kefen parası kalmayan bir ülke olduğumuzdan ve bu afete yazık ki tarihimizin belki de en fakir anında yakalandığımızdan bir de ekonomik sarsıntısı yaşayacağız; iş dünyası enkaz altında kalacak; domino taşı gibi patronlar, şirketler, çalışanlar; birbiri üstüne yıkılacak.

Birçok kalemde…

Birçok sebeple…

Hiçbirimiz bu afetin dış kapısının dış mandalı değiliz; istesek de olamayacağız.

Dolayısıyla…

Bazıları, keşke günlerdir sergiledikleri "rahatlığın" üzerine tüy dikercesine, öyleymişiz gibi konuşup da,"kalanlar" eliyle yürütülecek iyileşme sürecini de sekteye uğratmasa idraksızlıklarıyla…