Dünyanın hiç durmadan dönen çarkı içinde kimi olaylar insanlığı öylesine teslim alır ki, yaşamla ilgili ne varsa bir anda geri planda kalıverir...

Yüzyılın en büyük faciası olan Corona salgını da işte insanlık açısından yaşamsal olan ne varsa  bir çırpıda geriye attı ve dünyanın bütün coğrafyalarında insanlar, şu ana kadar 750 bin can alan bir facianın yıkımına odaklandı...

İşte bu odaklanma sırasında her şey bir anda unutuluverdi... Çünkü insanlık sadece yaşayabilmenin telaşına düştü...

Tatil ve turizm bitti, insanların yaşam koşulları değişti, alışveriş alışkanlığı biçim değiştirdi, eğitim düzeni allak bullak oldu, insanlar birbirinden korkar hale geldiği için sosyal faaliyetler altüst oldu ve tüm bunları ayakta tutmaya çalışan ekonomi ise neredeyse çökme noktasına geldi...

ünkü dünya üzerinde milyonlarca işyeri kapandı, milyarlarca insan işsiz kaldı...

Türkiye gibi ülkelerde ise altın ve dövizdeki çılgınca yükseliş gelecek belirsizliğinin cenderesinde ekonomiyi yeni bir yangına doğru hızla sürüklemeye başladı...

Dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde insanlar artık devlet desteğiyle, sosyal yardım paketleriyle ayakta durmaya çalışırken, Türkiye gibi ülkelerde zaten kronikleşmiş olan ihtiyaç, konut ve kredi kartı borçları sarsıcı boyutlara ulaştı...

Neden kronik dedik, çünkü AKP'nin iktidara gelmesinde bu yana tüketicilerle bankalar arasındaki kredi- faiz  uçurumunun yol açtığı dengesizlik giderek büyürken, ekonomi bu açıdan bile başlı başına alarm vermeye devam ediyor...

Vatandaş batağa sürükleniyor...

Zengin ve yoksul arasındaki uçurumun büyümesi nedeniyle de, gelir düzeyi düşen kitleler çareyi bankaların kucağına düşmekte bulurken, bir yandan batık kredilerle vatandaşın borcu, diğer yandan da icra dairelerindeki dosyalar dağ gibi büyüyor, ekonominin uçuruma sürüklendiğine işaret eden tehlike çanları daha sık çalıyor...

İşte son dört yılın rakamları bile ekonominin gidişatı açısından çok ürkütücü bir manzara çiziyor;

Ekim 2017'de; bankaların toplam kredi hacmi 2 trilyon 32 milyar liraya yükselirken, tüketici kredileri 557 milyon lira artarak 386 milyar liraya çıkmıştı...

Haziran 2018'de; özel sektörün yurtdışından sağladığı borç uzun vadelide 36 milyon dolar düşerken, kısa vadelide 486 milyon dolar artış göstermişti...

Aynı dönem uzun vadeli borç 221,7 milyar dolar, kısa vadeli borç ise 19,1 milyar olarak kaydedilmişti...

2019'da, artan enflasyon karşısında bütçesi küçülen vatandaşların borç yükü katlanarak artmıştı... Vatandaşın bankalara ve finansman şirketlerine olan tüketici kredisi ve kredi kartı borçları 583,6 milyar liraya ulaşarak rekor kırmıştı...

CHP'nin geçen yıl hazırladığı rapora göre, icra dairelerinde 20 milyon 662 bin dosya derdest haldeydi, bankaların, borçlarını ödeyemediği için 'kara liste'ye aldığı kişi sayısı ise 3 milyon 763 bine yükselmişti...

Geçtiğimiz Mart ayında basına yansıyan bir habere göre, 27 Aralık 2019 ile 21 Şubat 2020 döneminde vatandaşın bankalara ve finans şirketlerine olan tüketici kredisi ve kredi kartı borçları 26.3 milyar lira daha artarak 616.7 milyar liraya dayanmıştı... Takibe alınan kredi ve kart borcu ise 491 milyon artarak 21.2 milyar liraya ulaşmıştı...

Yeniçağ ise önceki günkü manşetinde ekonomideki son durumu, "32 milyon vatandaşın 663 milyar lira kredi borcu var" başlığıyla duyurmuştu...

AKP iktidarı halen konut ve tüketici kredisi faizlerini düşürerek, halkı bankalara borçlandırma yöntemi ile ekonomiyi ayakta tutmaya çalışıyor!!!

Meselenin özeti bellidir; Corona etkisini sürdürürken, ekonomideki vahim tablo Türkiye'yi virüs salgınından çok daha büyük bir felakete doğru sürüklüyor...

Türkiye, çarpık tablonun acısını çok yakında iflaslarla, batık kredilerle, icra dosyalarıyla ve ne yazık ki, sosyo ekonomik bataklığın tetiklediği intihar vakalarıyla hissetmeye başlarsa, kimse şaşırmasın!..

Şile "huzur" istiyor...

Geçen hafta bu köşede; TOKİ'nin, Şile'nin Ahmetli köyünde bir defne ormanıyla oradaki yaban hayatını yok ederek, sert kayalık zeminde iki yıldır bitiremediği temel kazısının gürültü terörü yarattığını, halkın infial halinde olduğuna dikkat çekmiştik...

Corona salgını yüzünden çevredeki evlerinden çıkamayan binlerce insana, "sabah sekiz"den akşam 21.00'e kadar kulakları sağır eden bir gürültü ile işkence yapıldığını, belediye ve kaymakamlığın müteahhite nedense (!!!) müdahale etmediğini anlatmıştık...

Şile Belediyesi'nden önceki gün gazetemize şu açıklama gönderildi;

"Öncelikli olarak duyarlılığınız için Şile Belediye Başkanlığı olarak teşekkürlerimizi sunuyoruz...

Konu ile ilgili imar ve şehircilik müdürlüğümüz tarafından yapılan işlemi sizin vesilenizle kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.

TOKİ projesi kapsamında yürütülen bu inşai faaliyet sırasında, hafta sonları ve akşam saatlerinde inşaata devam edildiği yapılan denetim sonrasında tespit edilerek, müteahhit şirkete 15.05.2020 tarihinde gerekli uyarı yapılarak yasal çalışma süreci dışında faaliyet göstermemesi hususu ihtar edilmiştir...

Yazımız müteahhit firmaya tebliğ edilmiş ve konu belediyemiz ekipleri tarafından hassasiyetle takip edilmektedir."

Biz de Şile Belediyesi'ne teşekkür ediyoruz ama TOKİ şantiyesi "uyarı" yazısına rağmen bildiğini okumaya devam ediyor!..

Şantiyedeki gürültü "sabah 8'den itibaren" başlıyor... Üstelik belediyenin yasağına rağmen, cumartesi günü akşama kadar delici-kırıcıların dehşet verici gürültüsü, pazar günü ise makina sesleri bölgede yine infial yarattı...

Müteahhite kimin taviz (!) verdiğini merak eden yöre insanları adeta burnundan solurken, bir "tatil yöresi"nin belediye başkanı ve kaymakamının Şile'de de "devlet" olduğunu pervasız kanun tanımazlara acilen duyurması gerekiyor...

Oraya buraya yazılan, "Huzurun başkenti Şile" yazısı işte o zaman anlam kazanacaktır!..