Kapkara bir gündü;

Gökyüzü kara…

Kara kara bulutlardan boşalan yağmurla ıslanan yeryüzü kara…

Tren raylarının altından kum gibi akıp giden toprak ve çöken menfez zifiri kara…

En kararan yüreklerdi ama;

Ellerine kimi kanlı, kimi yanık, kimi lime lime doğranmış halde birkaç parça eşya tutuşturulup "Takdiri ilahi" denildikten sonra, buna boyun eğmesi, razı olması beklenen annelerin, babaların, dedelerin kararan gözleriyle giriştikleri mücadeleye kör, sağır, sessiz kalan yürekler.

***

8 Temmuz 2018'de, Çorlu yakınlarında meydana gelen ve kazadan çok katliam diye anılan olayda en çok onların hikayesi anlatıldı; zira, her ölüm erken ölümdür ama, en çok onların hayatlarından çalınmıştı, yaşanamamışlıkları diğer herkesten fazlaydı;

10 aylık Beren

7 yaşındaki Mavi Nur

13 yaşındaki Gülce

14'ündeki Bihter

5 yaşındaki Ömer Can

16 yaşındaki Sena

Ve annesinin "Elif gibi dimdik" duruşuyla, adı bütün Türkiye'nin vicdanına kazınan 9 yaşındaki Oğuz Arda

***

Ben hâlâ fotoğraflarına bakamıyorum bu çocukların; hiçbirinin…

Bir anne olarak, annelerinin bu çocuklara bir daha hiç sarılamayacakları gerçeğiyle yüzleştiğim her an aklımı yitirecek gibi oluyorum. Bir televizyon haberi mi, gazete yazısı mı, sosyal medya paylaşımı mı, neyse, neresiyle bu gerçeği karşıma çıkaran, itiraf edeyim "olay mahalli"nden hızla uzaklaşıyorum.

Öyle dayanılmaz…

Bu anneler ne yapsın?

Oğuz Arda'nın annesi Mısra Öz, acının gününü sayıyor sosyal medya hesabında; 300, 420, 517, 630… 947'ydi en son…

Oğlundan yoksun geçirdiği 947'nci gün.

Ve "hâlâ alışamadığı" için suçlu oldu bu yüzden dün!

***

Kaza görünümlü katliamın asli sorumlularının "sanık" yapılmasına çalışırken kendisi "sanık" oldu.

Yargılandı.

8800 TL para cezasına çarptırıldı.

Suçu "hakaret" diye yazıldı.

Karşısındakinin onurunu kırmak, onu küçük düşürmek, aşağılamak üzere sarf edilen söze "hakaret" denir;

Mısra Öz'ün derdi "hakaret" ettiği öne sürülen mahkeme heyeti değildi ki!

Onun derdi, hakkın, hukukun, adaletin dahi güçlüye göre tanzim edildiği "düzen"di.

Birer feryattı bütün söyledikleri.

Figandı.

Haykırıştı.

Biri de duyar umuduyla çığlıklar attı.

25 kişinin can verdiği ve "insan hatası"ndan kaynaklandığı aşikar olan faciayı "kadere karşı gelinmez"le örtbasa çalışanlara karşı gelmekti bu iki buçuk yıl boyunca bütün yaptığı…

Anneliğin fıtratı.

***

Her türlü felaketi "fıtrat"la normalleştirme konusunda uzman olanlar, acaba neden, bu genç kadının dinmeyen yürek yangını için, oğlunun katillerini bulmak ve hukuken mümkün olan en ağır bedeli ödetmek üzere gösterdiği çaba için, "Bu işler anneliğin fıtratında var" diyemiyorlar?

***

Mısra Öz'ün, suçlu bulunmasının ardından, "8 bin değil, 800 bin lira da, 8 trilyon da ceza verseler, susturamayacaklar. Başımın gözümün sadakası olsun" dediği konuşmasını dinlerken, Namık Kemal'in meşhur mısrası geldiği aklıma;

"Fıtrat değişir sanma!.."

Suçluları adaletten kaçırabilirler, gazetecileri susturmayı deneyebilirler ama bir "anneliği" hizaya getiremezler…

Ağam bizimle eğlenir…

Sanki, daha birkaç ay önce, yerel mahkemenin, üstelik de aynı dava hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararını uygulamadığı ülke Patagonya'ydı.

Sanki, AYM'nin, CHP'li Enis Berberoğlu'yla ilgili olarak verdiği "Hak ihlali" kararının gereğini yerine getirmeyen yerel mahkemeyi, adeta bir onurlu direniş sergiliyormuş gibi, adeta bir haysiyet ayaklanması(!)na imza atıyormuş gibi, amiyane tabirle "Yürü be koçum" kıvamında alkışlayanlar da Patongaya'da yaşayan halamgiller, dayımgiller, dedemgiller filandı!

Keza, Berberoğlu davası ve Sözcü, Cumhuriyet gibi basın kuruluşlarının hedef alındığı akıl almaz yargılamaların da arkasında olduğu iddia edilen gruba dahil varsayılan kişileri "yüksek yargı" üyelikleriyle de onlar ödüllendirdi.

Günlerdir izlediğimiz sözde hukuka, yargı kararlarına saygı tiyatrosunun gülünçlüğü bir yana, yargı kararını uygulamaktan ne anladıkları apayrı bir garabet olarak çıktı karşımıza.

Efendim, Berberoğlu davası, mahkeme kararları doğrultusunda elbette yeniden görülsünmüş, yeniden yargılama yapılsınmış lakin hakkındaki hükmün infaz durdurulmasınmış!

Ne anladım ben böyle yeniden yargılamadan?

Hükmün infazına aynı şekilde, yani yeniden dokunulmazlık kazanmamış gibi ve yeni baştan bir yargılama yapılmıyormuş gibi devam edilecekse yani aynı hak ihlalinde ısrar edilecekse, Berberoğlu "seçişmişlik"ten kaynaklanan haklarını kullanamamaya devam edecekse, tam olarak ne şekilde "saygı gösterilmiş" oluyor ki AYM'nin "hak ihlali" yapıldığı yönündeki tespitine?

Başka bir izahını bulamadım kendi adıma; ağam bizimle eğlenir mi acaba?