Bu yazıda isim kullanmayacağım; zira isimler ilkelerin önünde tutuluyor bu ülkede; bazen yasaların da üstünde ve bazen yasa kitaplarıyla preslenir halde yerlerde! Bazen peşinen suçlu, bazen "kovuşturmaya yer bırakmayacak" kadar masum peşinen; adına göre! Bazen savunulmaya layık, bazen savunma yapmak ne haddine; şeriatın kestiği parmak acımaz neticede!

Bu sebeple…

Lütfen siz de, kim olduklarını bilseniz bile, yazıya konu kişilerin isimlerini, kurumlarını, ideolojilerini unutun bugün. Öyle götürün elinizi vicdanınıza; yazı bitince!

MİT, "ifşa", Libya, TCK bilmem kaçıncı, bilmem kaçıncı ve bilmem kaçıncı maddeler, "case officer"… Kaynatıp durdukları algı çorbasının bütün malzemelerini unutun.

***

Olay şu:

Türkiye Cumhuriyeti'nin, sınırlarının binlerce kilometre ötesinde, "birkaç tane şehidi" olduğu haberini Cumhurbaşkanı verdi.

Sonradan "MİT mensubu" olduğu anlaşılan şehit subayımızın fotoğrafını, son dönemin önde gelen güvenlik uzmanlarından ve şehidimizin "silah arkadaşı" da olan, vatanperverliğinden iktidarın da şüphe duymayacağı (Son seçimde MHP milletvekili adayıydı) eski bir asker paylaştı.

Şehitlerimizin "MİT mensubu" olduklarını ve adlarını TBMM'de yaptığı basın toplantısında bir milletvekili açıkladı.

Üç aylık tutukluluktan sonra dün yargılanmalarına başlanan gazeteciler, uzun lafın kısası, "açıklanmış olanı açıklamak"la suçlandı.

***

Deliller de muazzamdı;

Birinin katıldığı radyo yayını, "15 dakikalık sır görüşme" sayıldı; devlet sırlarımızı acaba Ruslara mı satmıştı!!!

***

İçlerinden ikisi, geçmişte "gazeteciliğin" yargılandığı başka bir davada da sanık yapılmış, aylarca cezaevinde kalmıştı. Biri, "Türk Milliyetçiliğinin" sanık yapıldığı davanın "suçlu"ları arasındaydı; yıllarca yargılandı. Hiçbiri kaçmadı.

Nitekim, yıllar sonra yeniden "hukuk sopasıyla hizaya sokulmaya" çalışıldıklarında da öyle… Emniyetten arandılar; gittiler. Savcılıktan çağrıldılar; gittiler.

Ve, ayaklarıyla gidip teslim oldukları "Yüce Türk adaleti"; "kaçma şüpheleri" bulunduğuna hükmetti. Hoş biri hakkındaki kararda aynı anda hem tahliye ediliyor hem tutuklanıyordu; avukatlar itiraz etti filan ama elbette ki "sehven"di.

Sonrasını biliyorsunuz işte; gaspçıların, darpçıların, katillerin, gangsterlerin bile "korona önlemi" diye sokaklara salıverildiği günlerde onlar hapsedildi!

Her biri ayrı ayrı, tek kişilik hücrelere ve birer koğuş arayla; mazallah ya iktidarlılarımızca "virüs" olarak tanımlanan düşüncüleri birbirlerine bulaşırsa; öyle değil mi! Sosyal mesafe önemli!

***

Böylece günler, haftalar, aylar geçti…

Bir bayram…

Bir babalar günü…

"Babalar Günü" demişken; içlerinden birinin babası duruşma salonuna alınmadı; halbuki, salgın dolayısıyla "görüş yasağı" da getirilince aylardır yüzünü göremediği oğlunu ilk defa görebilecekti!

Kalbinizi karartmayın; "ayrıcalıklı" olacak değil ya; İmralı'daki caniye verilen "aileyle görüşme izni"; herhalde, terör örgütünün kökünü pandemi yoluyla kurutmak içindi.

***

Benim yazıyı yazdığım saatlerde henüz duruşma devam ediyordu; olmayan suçlarını işlemediklerini ispat etmeleri beklenen gazeteci arkadaşlarımızın akıbetlerini bilmiyorum ama Baroların, yani savunmanın "savunma"ya dönük kuşatmayı yırtmak konusundaki azim, kararlılık ve dayanışmasını, gazetecilerin "gazeteciliğin" üzerinde sallandırılan Demokles Kılıcı'nı kırıp atmak için göstermeyeceğini acıyla görebiliyorum. Zira, tam da bir yandan mahkeme salonundan gelen notları okumaya, bir yandan da bu satırları yazamaya çalıştığım sırada, ekranımda açık bulunan haber kanalı, akşam yayınlanacak gündem tartışmasının konusunu duyurdu:

- "Gazeteci Mümtaz'er Türköne hakkındaki adil yargılama talebi!

"Gazeteci"!!!

***

Çağlayan Adliyesi'nde "Biz kendimize ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimlerini rehber edindik" diye haykıran, doğruluğu, yanlışlığı, gereği, kamu yararı, zararı tartışılabilir ama en nihayetinde yaptıkları "haber"den başka bir şey olmayan gazetecilerin canı cehenneme…

"Atatürkçü olmayı hakaret sayarım" diyen, TSK FETÖ kumpaslarıyla tasfiye edilirken "asker sorunu aşıldı" diye sevinen, "darbeci" diye itham ettikleri kişilere -ki hatırlayın birilerine gözünün üstüne kaşın var diyen darbeci ilan ediliyordu o günlerde- "idam yetmez yağlı kazıklara oturtalım" teklifi getiren Türköne'yi paşa yapalım!

"Adalet" onun apoletleri üzerinde tecelli edebilir sadece!!!!

SORU-YORUM

-----------------------

İstanbul'da yaşanan sel felaketiyle ilgili olarak "1 yıllık" Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu suçlayanlar, İmamoğlu çıksa ve "Son 25 yılda, İstanbul'da dere yataklarına yapılmış ne kadar yapı varsa yıkıyorum, rüşvetle, torpille alınmış ne kadar imar izni varsa iptal ediyor, üstüne inşa edilen her şeyi yerle bir ediyorum dese, alkışlayacaklar mı?