Bir baygın Temmuz Cumartesisi…Ben her zaman ki yerimde;dut ağacının altında,minderlerin üzerinde, yaslanmış ağaca,elimde “Beyaz Antoloji” şiir yâni… Her zaman etrafımda dolanan tavuklar,köpekler,kediler görünürlerde yok.

Ağaçlar kendi gölgelerine saklanma telâşında. Bir arsız serçeler şirik..şirik...şirik.. tepemdeki dallarda sesleriyle bu ölü sessizliği bozuyor. Konuya geçmeden önce bir tasvir gerekiyor olayın cereyân ettiği mekân hakkında: evimiz beş dönüm ,yaklaşık on beş derecelik bir eğime sahip,meyve ağaçları ile kaplı,dik dörtgen şeklinde çevresi taş duvarlarla çevrili, sol tarafında aşağıya doğru üç ev :yeğenlerimin … sağ üst tarafta kız kardeşimin iki katlı evi, önünde rahmetli babamın ,kalın kerpiç duvarlı,yazın serin kışın sıcacık evi…Bahçenin sol arka köşesinin yaklaşık 40 metre karelik alanı üzüm bağları ile kaplı ve birde yabani armut ağacı: meyveleri küçücük, çok sulu ve çok tatlı…

Ve olayın kahramanlarına gelince, en büyüğü on iki yaşında 8 kişi ,6 kız bir erkek çocuk..hepsi yeğen… 

Gelelim olaya: Dün,saat yaklaşık on bir civârı. Mukabele için mahallenin hanımları parça parça kız kardeşimin evine geliyorlar..ben dut ağacının altında otururken,yeğenlerden dördü yanımdaydı ,hem sohbet ediyor,hem radyo dinliyorduk,aşağılardaki evlerden kızlardan biri ürkek ve telâşlı adımlarla yaklaşığında gözlerinin nemli olduğunu fark edip sorduğumda

     - “hiççç  amca bir şey yok” dedi..

dedi ama bir yandan da diğer çocuklara kaş göz edip duruyordu.birazdan hepsi izin isteyip,önce sâkince ardından koşar adım aşağı eve gittiler. Oturduğum yerden gözümle takip ettim: biri ahır gibi bir yere koşuyor, biri elinde bir şey saklamaya çabalıyor, diğerleri telâşlı konuşuyor, bir yandan da beni işaret ediyorlar. Sonra hepsi evin arkasına hızla dolanıp,güyâ görünmeden kaçışarak üzüm bağının olduğu yere yöneldiler.

Onlar gözden kaybolunca bende kalkıp ,ağaçların aralarından sessizce geçerek bağlara yakın olan havuzu kendime siper edinip, dinlemeye başladım: bahçe çepini ile toprağı kazıyorlardı. Yere oturup,havuzun dip köşesinden başımı uzattığımda, şaşkınlıktan dilimi yutacaktım neredeyse.

Çocukların  bir şey gömdüğünü anlamıştım ama enteresan olan, en büyük yeğenim ayakta sesli dua okuyor, bir kaçı diz çökmüş, biri minik mezarı kapatmaya çabalıyor.. Çok duygulanıp ,kendime hâkim olamayıp sessizce gözyaşlarımı bıraktım kızgın toprağa..

Ve usulca gelip oturdum minderin üzerine. Bir süre sonra yanıma geldiler..oradan buradan konuştuktan sonra konuyu mezara getirdim.. En nihâyetinde başladılar anlatmaya.. Ölen kedi, köpek, civciv ve yuvasından düşüp ölen kuş yavruları dahil hepsini  törenle gömdüklerini ve en ilginç olanı ise,bunları kaydettikleri ,kargacık burgacık yazıyla dolu olan defterdi. Yaklaşık iki yıldır muntazam kayıt tutmuşlar. Beni oturduğum yerden kaldırıp,hayvan mezarlığına götürdüklerinde ise ,şaşkınlıktan dilimi yutacaktım.

 Kenarları küçücük taşlarla çevrili minicik bir sürü mezarcık… Bunları sizlerle paylaşırken bile içim kabarıyor ve  yutkunmakta  zorlanıyorum inanın.. Bu kadar küçücük tenlerde bu kadar büyük yüreklerin olması geleceğimiz adına umutlandırdı beni.  Bu olayı kız kardeşimle paylaştığımda ise gülümseyerek,

   -- ağabey bir  ilâvede ben  yapayım istersen …deyip,

    -- Onların gömdüklerini ,geceleri zincirinden çözülen  evin köpeği Badem ,toprağı eşeleyip çıkarıp afiyetle yiyor.. dedi

Bir anda kahkahaya boğulduk.. Tabi çocuklar yanımızda yoktu…