İnternette gezinirken bir resme takıldı gözüm.Resimde;dağ başında ahşaptan yapılmış bir kulübe;verandası, verandada yakılmak için kesilmiş ve düzgünce istiflenmiş kütükleriyle,evi neredeyse sarıp sarmalayan ağaçları,ağaçlarındaki bakır,altın sarısı karışımı renkleriyle yapraklar,yerde,merdiven basamaklarında yığınla ,öbek öbek yapraklar…

Bu resim alıp götürdü beni.Ve şunlar geçti aklımdan jet hızıyla;şayet ben bu dağ kulübesinde olsam,kesinlikle cep telefonu,TV olmayacak.Ama sadece küçük bir el radyosu;nâif,ruha dokunan,alıp götüren müzikleri dinleyebileceğim…

İçeride,pencere kenarında tahta masa ve tahta,tek bir sandalye,masa üzerinde kalemim, kitaplarım,bir tomar kâğıt;yazılmayı bekleyen…ve odanın orta duvarına yakın yerde bulunan kuzinemde çıtır çıtır yanan odunların çıkarttığı sesler beni alıp götürürken başka iklimlere,iki elimin arasında duran kupamdan yayılan mis gibi neskafe kokusunu çekmeliyim içime.Doyumsuz bir yudum çekerken neskafemden,dışarda rüzgâr sarı,kızıl,bakır rengi yapraklarla âdeta dans etmeli.Kuş sesleri odamın taa orta yerine kadar ilâhi bir müzik gibi beni etkilerken kendimden geçmeliyim.

Ahh ah!İşte böyle ne zaman içime insem ve ne zaman içimdekine sarılsam o benden daha yalnız,o,benden daha yabancı.Öylesine üşüyorum ki şu an!Dokunamıyorum karanlık boşluğuma.Dokunamıyorum.

Bir sır gibi saklarım seni yüreğimde

Ve demir atar limanıma hüznün gemileri;ben hayâl kurarken…