İzmir depreminde çöken binalarla ilgili medyaya yansıyan itiraflar, insanlığı canlı mezarlara mahkum eden utanç verici ihanetleri gözler önüne sermeye devam ediyor...

İşte dört blokundan üçü çöken ve 7 kişiye mezar olan Barış Sitesi de ihanete zemin olunca, insanı yaşamdan küstüren çok vahim bir sona sürüklendi...

Sıvacının, parkecinin, hırdavatçının, hatta kapıcının bile müteahhit olarak faaliyet gösterdiği bir ülkenin her tarafında, binalar nasıl mezar evler gibi inşa edildiyse, Barış Sitesi de öyle yapılmış işte...

Ucuz, kalitesiz ve eksik malzemeyle, kötü işçilikle projesiz- plansız, hesapsız kitapsız yapılan binalardan biriydi orası?..

 

 

Peki, inşaat aşamasında neler olmuştu acaba?..

Ağrılı işçi Erol Kaya, inşaatında çalıştığı Barış Sitesi'nin temelindeki rezaleti gazetecilere şöyle anlatmış;

"Harç taşırken binanın içinde yürümeye korkuyordum. El arabasıyla malzeme götürürken üstüne bastığımız zemin titriyordu. Malzeme kalitesizdi... Bu binalar kooperatif yapımı. Sürekli inşa aşamasında durdu. Taşeronlarla sıkıntı oluyordu. Öyle olunca da kullanılan malzemeler, ustalar devamlı değişiyordu. Demir işlerini yapan arkadaşım binada kullanılan demirlerin yetersiz olduğunu, müteahhitin onu dinlemediğini söylüyordu. İlk depremde yıkılmasını bekliyorduk."

Veli Göçer'i unuttunuz mu?..

Bir inşaat işçisinin deşifre ettiği, ancak hiç kuşkusuz, sadece Barış Sitesi'nde değil, Türkiye'nin dört bir yanındaki yüzbinlerce binanın temeline saklanan, fayların arasına gizlenen bir ahlaksızlığın, ihanetin, hırsızlığın ve rezilliğin de sonucudur bu manzara...

Geçen hafta da vurguladık; Türkiye'yi deprem vurmuyor, müteahhit- belediye, rüşvet- denetimsizlik hattındaki ihanetler vuruyor...

Ve bu rezalet, 1939'daki Erzincan depreminde Almanlar tarafından projelendirilen gar binası dışında, yıkılan yüzlerce binada nasıl deşifre olduysa, sonrasında Türkiye'nin dört bir yanında yaşanan depremlerin sonuçlarında da hiç değişmedi...

17 Ağustos depreminde yerle bir olan Çınarcık ve çevresindeki binaların temelindeki rezaletleri ise kimse unutmadı...

Utanç verici bir mühendislik ve müteahhitlik rezaletinin en vahim sonuçları yaşanmıştı Çınarcık'ta...

Veli Göçer'in, depremde yerle bir olan sitelerinin inşaatlarında deniz kumu kullanıldığı gerçeği gazetelere manşet olmuştu...

Kalitesiz malzeme kullanarak yaptığı binalarda yüzlerce kişi can verince tutuklanan Veli Göçer, "Ben inşaatçı değil, edebiyatçıyım. İlk yaptığım konutlarda deniz kumu kullanmıştık. Bana 'deniz kumundan inşaat olmaz' diyen de çıkmadı. Son beş yıldır hazır beton kullandığım sitelerin hiçbiri çökmedi" demişti.

17 Ağustos Depremi'nde yaptığı binalarda 195 kişinin ölümüne sebep olan Veli Göçer, 18 yıl 9 ay hapis cezası aldı ve 7,5 yıl sonra 2011'de tahliye edildi, sonra da mesleğini yapmaya devam etti...

Evet; İzmir depremi de gösterdi ki; son olarak Elazığ-Malatya sarsıntısında ortaya çıkan yıkımlardan da ders alınmadığının kanıtıydı 1999 depremi...

İzmir depremi ise gösterdi ki, ihanetin, sorumsuzluğun, duyarsızlığın ve gafletin sonuçları aradan geçen 21 yılda da hiç değişmemişti...

Müteahhitler çalmış belediyeler rüşvetle göz yummuş, devlet ise hep seyretmiş...

 

İstanbul'da kara bulutlar!..

Hiç kuşkunuz olmasın; Türkiye'de son 100 yılda meydana gelen depremlerin acı sonuçları, can kayıpları, imar  rezaletleri nasıl unutulduysa ve 1999 depremindeki acılar artık nasıl anamsanmıyorsa, İzmir depremi de kısa süre sonra unutulacak ve geriye ölenlerle belediye- müteahhit ihanetinde çöken binaların fotoğrafları kalacak...

Peki, deprem gündemden çıkacak mı?.. Ne yazık ki, her gün yaşanan sarsıntılarla bu dehşet verici tehlike sürekli gündemde kalacak...

İşte İzmir'de enkaz kaldırılırken uzmanlar "büyük İstanbul depremi"nin yaklaşan tehlikesine ısrarla dikkat çekiyor ancak en önemli gerçekler, her haltı bildiğini zanneden kadrolu televizyon kuklalarının zırvalarında, müteahhit- belediye kavgalarında ve iktidar muhalefet çatışmalarının girdabında kaybolup gidiyor...

İstanbul Belediyesi'ni yönetenler, bilim adamlarının açıklamalarına dayanarak raporlar hazırlıyor, tehlikeye dikkat çekiyor, devleti uyararak büyük önlemlerin alınmasını istiyor ama nafile...

Oysa son yıllardaki imar affı rezaletleri, kentsel dönüşüm adı altındaki ucube yapılaşmanın yol açtığı sorunlar ve kapkaççı müteahhitlerin yeşil alanları bile beton cehennemine çevirmesi, İstanbul üzerinde dolaşan kara bulutların çok eskilerden (!) geldiğini de deşifre ediyor!..

Ağaoğlu'nun itirafı...

İşte, müteahhit Ali Ağaoğlu'nun, 2009 yılında verdiği bir mülakattaki şu itirafı da, İstanbul'un nasıl büyük bir tehlike altında olduğunu göstermeye yetiyor;

"1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden, demirleri hurdadan çektik... O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez, ölen şanslıdır... En lüks semtlerdeki o süslü püslü binalar için konuşuyorum; çoğu sadece tuğla üstünde duruyor, içleri gitmiş. İşin mutfağında yetişen biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70'i deprem açısından güvenli değil."

Yazıyı, İzmir depreminde eşini kaybeden ve 3 yaşındaki kızı Ayda 91 saat sonra enkazdan çıkartılan Uğur Gezgin'in, açıklamasıyla  noktalayalım... Bakınız çöken binalarını nasıl anlatmış; "Demirinde sıkıntı yokmuş, betonunda sıkıntı varmış. Çimento kullanılmamış. Puf diye patlıyor. Enkazın bu kadar uzun sürede kaldırılmasının sebebi o... Kepçe kaldırdığı zaman tuz buz oluyor..."

Şimdi söyler misiniz; ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin (USGS) raporuna göre, tüm dünyada 2020 yılında meydana gelen depremlerde ölen 198 kişiden 160'ının Türkiye'de olması tesadüf mü?..