İman, bir şeyi gönül huzuru ile benimseme, ona içten ve yürekten inanmadır. Amel ise eylemlerimizi ifade eder. İman-amel ilişkisi bağlamında ise amel inanca dayalı fiillerimizi niteleyen bir kavram haline gelir. Ehl-i Sünnet inancına göre iman kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır. İman esasında kalp işidir. Fakat kişinin yaşadığı toplumda Müslüman olduğunun bilinmesi ve bu şekilde muamele görmesi bakımından imanını ikrar etmesi gerekir. İkrar ise yaygın olarak ‘’dil ile söyleme’’ şeklinde anlaşılmaktadır. Bununla birlikte ikrar bildirim işlevi sebebiyle deneyimlemeyi de kapsamaktadır. ‘’Elhamdülillah ben Müslümanım’’ şeklindeki ifadeyle başlayan, iman ve İslam’ın şartlarına riayetle devam eden temel dindarlık tecrübesindeki bildirimler iman, amel ve ikisi arasındaki ilişkiyi gösterir.

İman, Hz.Peygamber (s.a.v.)’i, Allah tarafından getirdiği her şeyde tasdik etmektir. Şek ve şüpheden uzak olarak bu sıfatı taşıyan kişiye mümin denir. İmanın zıddı ise küfürdür. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de ‘’Ey müminler! Allah’a, elçisine ve elçisine indirdiği kitaba (Kur’an’a) ve daha önce indirdiği kitap(lar)a iman edin…’’ (Nisa 4/136) buyurmakta, başka ayetlerde ise müminleri imana sevk etmekte ve onlara imanı sevdirmektedir (Hucurat 49/17).  İman esasları Allah’a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret Gününe, Kaza ve Kadere İman olup bunların hepsine (icmali) ve ayrı ayrı (tafsili) olmak üzere inanmak esasa riayetin gereğidir. Altı esas imanın kuruluş şartları mesabesinde olup bununla birlikte kabul olmasını ifade eden geçerlilik/kabul olma şartları da vardır ki şöyledir: İmanda şüphe olmamalı, iman edilecek şeylerin hepsine inanmalı, yeis halinden önce iman edilmeli, imana şirk karıştırılmamalı, iman esasları kalp ile tasdik edilmeli ve ayetler ve dini hükümler alay konusu yapılmamalıdır. Kuruluş ve geçerlilik şartlarını tam anlamıyla taşıyan imana kemal (olgunluk) sıfatı izafe edilir. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de kamil bir imanın karşılığını ise şöyle ifade etmiştir: ‘’… Kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amel işlerse, onların Rableri katında mükafatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir’’ (Bakara 2/62). ‘’(Ey Peygamber!) İman edip salih amel işleyen kimselere içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele…’’ (Bakara 2/25).

Kur’an-ı Kerim’de iman kelimesi birçok kez salih amel kavramıyla birlikte zikredilmiştir. Buradan anlıyoruz ki inanılacak hususların yaşamda bir realitesi vardır. Eğer inanıyor fakat inancımıza uygun davranış sergilemiyorsak, imanımız olgunlaşmayabilir. İman-amel ilişkisinde deneyim sahibi olmak her şeyden önce süreç işidir. Bu süreçte imana olgunluk kazandıracak eylem ve davranışlar sergilemeyi ilke edinmeliyiz. İnsanı günahtan alıkoyacak olan sevaplardır. Atalarımızın dediği gibi: ‘’küpün içinde ne varsa dışına o sızar’’. Bizler de küpün (ömrümüzün) içini iyilikler ve sevaplarla doldurursak böylelikle kötülüklerden ve günahlardan korunmuş oluruz.

Hayatın içinde iyi-kötü, faydalı-zararlı, güzel-çirkin, olumlu-olumsuz ikiliğine konu olan ne varsa, hakkında Yüce Allah’ın bir takdiri, yaratmasında nizamı, teşriinde hikmeti vardır. Bütün değer ölçülerinin üzerinde Allah’ın ölçüsü (kaderi) vardır. Allah, evren tabiat ve tarihin üzerindedir. Akıl, bir şeyin iyi veya kötü oluşuyla ilgili değer yargısını bilse de bu bilgi türü mutlak değil itibaridir. Gerçeğin kesin bilgisine ancak vahiy yoluyla ulaşılabilir ki bu mutlak bilgiyi akıl vasıtasıyla kavrarız. İradi eylemlerimiz Allah’ın kanunlarına göre değer kazanır. Bu nedenle akla aykırı gelmeyen fakat vahye aykırı olan konularda gaybı (bilinmeyeni) Allah’ın hikmeti olarak kabul ederek O (c.c.)’a gereken teslimiyeti (İslam’ı) sergileriz. Detaylandırmakta fayda var. Burada ifadelendirdiğimiz akıl, Batı felsefesinde tebarüz eden akılcılığın aklı değil, İslam filozoflarının cevher olarak nitelendirdiği, sufilerin kalple ilişkilendirdiği, Kur’an-ı Kerim’in fuâd, lübb ve benzeri kavramlarla ifadelendirdiği, kişide vicdanı, basireti, feraseti ve ihlası besleyen akıldır. Diğer bir deyişle iman-amel münasebetini doğru kurmada kişiyi vahyin rehberliğine hazırlayan akıldır.

Dindarlıkta deneyim sahibi olmak, yaşama anlam katmakla eş değerdir. Arınma, sevgi, sevgiye dayalı korku, Allah’ı övme/nefsi yerme, O (c.c.)’nu her türlü noksanlıktan uzak kabul etme, adaleti, birri (iyiliği), yardımlaşmayı, takvayı, doğruluğu ve ihlası prensip edinme şeklinde devam eden imanın temel işlevleri bireyde güçlü, pozitif ve duyarlı bir kişilik inşa eder. Kamu bilincini besler. Evrenle barışık bir dünya görüşüne sahip olmayı sağlar. Daha da önemlisi varoluş kaygısını güvenli alanda tutarak anlam arayışını risklerinden arındırır. Dindarlık deneyimi tabiri caizse uzunca bir yola serpiştirilen işaretleri dikkatle takip etmeye benzer. Bireyin bütün ilgisi, dikkati, odağı, farkındalığı yolda ve işaretlerdedir. Kalp bu yolda atar, akıl bu uğurda uslanır. Dindarlık, yaşam boyunca büyüyen, büyüdükçe aşka dönüşen Hakk sevgisinin yolu ve yordamıdır. ‘’Nasıl dindar olunur?’’ sorusunun cevabı ise Hz.Peygamber (s.a.v.)’in hayatı ve örnekliğidir. O’nun iman-amel bütünlüğünde deneyimlediği iman tecrübesi herkes için öncelikli örnektir.

İnanç ve kültür mirasımızda birbirine özenle bağlı olan kavram, konu ve mefhumları incelemeye ve farkındalık kazanmaya devam edeceğiz. Hoşça kalın. Esen kalın efendim.