İHTİYAÇ DUYDUĞUNDA KULLARINA, RABBİMİZİN "BEN YAKINIM" CEVABIDIR...

 

Kul Muhammed babadan yoksun olarak dünyaya gözlerini açmış, bir kere olsun "baba" diyememişti. Derken dörtlü yaşlarına kadar bir süt annenin evinde büyümüş, tam kavuşmuşken altı yaşında anneciğine doyamadan onu da kaybetmişti. Dedesi sahip çıkmış, onunla ilgilenmişti. Yıllar geçiyordu ama O sekiz yaşına geldiğinde dedesi de vefat etmiş ve bu yaşlarda hiç bir çocuğun kaldıramayacağı yalnızlığın girdabına düşmüştü. En sonunda aile meclisinde ki konuşmalardan sonra amcası EbûTalib himayesine almıştı. Amcası O'nu çok iyi sahiplenmiş ve yetiştirmişti. Hayata alışmasında ve yuva kurmasında öncülük etmişti.

İlk çocuğu Kasım ve sonra da Abdullah'ı küçük yaşlarında kaybetmiş, bir babanın yaşayabileceği en şedid acıları yaşamış ve kendi elleriyle defnetmiştir. Bir kaç torununu yine küçük yaşlarda defnetmenin üzüntüsünü de hissetmiştir.

Peygamber olduktan sonra da EbûTalib - inanmamış olmasına rağmen - arkasında durmuş, ileri gelen müşriklerin hakaret ve baskılarına karşı yeğenini savunmuş ve adeta bir kalkan olmuştur. Zorlu yıllar, çaresizlikler, baskılarla geçerken birer grup Müslüman bir yıl arayla Habeşistan'a hicret etmiştir. Fakat Mekke’yi terk etmekle kurtulamazsınız dercesine müşrikler hicret eden Müslümanların iadesi için Habeşistan Kralı'na elçiler göndermişler, Müslümanları asılsız bir çok konuyla suçlamalarına rağmen, adaletli kral Necaşi kabul etmeyince geri dönmüşlerdir.

Zalimlikte sınır tanımayanlar durmak bir yana zulümlerini daha da arttırıp "tek suçları(!) inanmak olan Müslümanları bir mahalleye kapatarak boykot ilan ettiler. Acılar ve ölümlerle dolu üç yıl... Açlık... Sefalet... Neyse ki bir kaç insaflı müşriğin araya girmesiyle boykot sona ermiştir.

Sevinmişlerdi, çünkü biraz olsun nefes alacaklar, kendilerine geleceklerdi ki bir müddet sonra tüm Müslümanları ve Peygamberimizi üzüntüye boğacak iki acı olay yaşanmış,EbûTalib ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hatice aynı yıl içinde vefat etmiştir.Peygamberimizin en önemli iki dayanağından mahrum kalmasını fırsat bilen müşrikler baskılarını daha arttırmışlardır. Müslümanlar tüm bu olanlara o kadar üzüldüler ki bu yıla "Hüzün Yılı" adını verdiler.

      Bir gün Utbe, Şeybe, EbûSüfyân, Nadr b. Hâris, Ebu’l-Buhterî, Velid b. Mugîre, Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef ve Kureyş’in diğer ileri gelenleri Mekke’ye hâkim bir noktada toplandılar. Aralarında, Hz. Muhammed’le konuşmayı, O'nu sıkıştırarak davasından vazgeçirmeyi tasarladılar. O'na, kavminin kendisiyle konuşmak için toplandığını, O'nu beklediklerini haber verdiler. Onların doğru yola erişmelerini çok arzulayan Hz. Muhammed (sav), hemen geldi ve yanlarına oturdu.

Bundan sonrasını Kur'an'dan dinleyelim:

وَقَالُوالَنْنُؤْمِنَلَكَحَتّٰىتَفْجُرَلَنَامِنَالْاَرْضِيَنْبُوعًا

İsra 17.90 - Onlar: «Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız.»

اَوْتَكُونَلَكَجَنَّةٌمِنْنَخيلٍوَعِنَبٍفَتُفَجِّرَالْاَنْهَارَخِلَالَهَاتَفْجيرًا

17.91 - «Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.»

اَوْتُسْقِطَالسَّمَاءَكَمَازَعَمْتَعَلَيْنَاكِسَفًااَوْتَاْتِىَبِاللّٰهِوَالْمَلٰئِكَةِقَبيلًا

17.92 - «Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin.»

اَوْيَكُونَلَكَبَيْتٌمِنْزُخْرُفٍاَوْتَرْقٰىفِىالسَّمَاءِوَلَنْنُؤْمِنَلِرُقِيِّكَحَتّٰىتُنَزِّلَعَلَيْنَاكِتَابًانَقْرَؤُهُقُلْسُبْحَانَرَبّىهَلْكُنْتُاِلَّابَشَرًارَسُولًا

17.93 - «Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.

Hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildikleri şeyleri talep eden müşriklerin bu tavırları, Hz. Peygamber’in Mekke’den ve Mekkelilerden ümidini kesmesine yol açacak cinstendi. Artık takatleri tükenmiş ve ellerini açıp "Ya Rabbi! İmdat eyle!" diyerek gözlerini umutla semaya yöneltmişlerdi.

İşte bu acı olayların ardından Yüce Allah, Müslümanları ve özellikle de Peygamberimizi sabır ve tahammülleri dolayısıyla hem teselli etmek hem de ödüllendirmek istemiş ve bunun için genellikle Miraç diye anılan büyük mucizevî olayı gerçekleştirmiştir. Hz. Peygamber’i, ayetlerinin bir kısmını göstermek ve böylece daha metin olmasını sağlamak için, mucizevi bir yolculuğa çıkarmıştır.

Bunu Kur’an-ı Kerim şöyle anlatır:

سُبْحَانَالَّذِيأَسْرَىبِعَبْدِهِلَيْلاًمِّنَالْمَسْجِدِالْحَرَامِإِلَىالْمَسْجِدِالأَقْصَىالَّذِيبَارَكْنَاحَوْلَهلِنُرِيَهُمِنْآيَاتِنَاإِنَّهُهُوَالسَّمِيعُالبَصِير

İsra,1:“Kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.”

İsra, gece yürüyüşü demektir. Hz. Peygamber (SAV)’in bir gece Burak isimli bir binitle Mekke’deki Mescid-i Haram'dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülme olayıdır.

Yani yolculuk mescitlerde, Allah'ın evlerinde başlamıştır. Mescid-i  Haram'dan Mescid-i Aksa'ya oradan da öteler ötesine. Yeryüzünde ilk önce Mescid-i Haram daha sonra Mescid-i Aksa inşa edildi. Musa (as) ile İsa (as) arasındaki bütün peygamberlerin buluşma yeri Mescid-i Aksa olmuştur. Peygamberimizin Miraç esnasında bütün peygamberlere namaz kıldırmasının hikmeti de bu olsa gerektir. Bu yönüyle İsra ve Miraç bizlere cami ve mescitlerin önemini de öğretir.

Sonra Miraç getirildi. (Miraç, asansör gibi yükseğe çıkaran manevî bir araçtır) Buna Cebrâil (as) ile beraber bindiler ve göklere yükseldiler.

Miraç, Mescid-i Aksa’ya getirilen Allah Resulü’nün göğe çıkartılarak kendisine bir takım ilahi lütuflar bahşedilmesi, peygamberler ile görüşmesi, cenneti ve cehennemi görmesi ve en sonunda da Cenab-ı Hakk ile görüşmesini ifade etmektedir. Miraç hadisesini  başta Buhari ve Müslim olmak üzere bütün hadis kitaplarımız bize nakletmektedir. Bununla beraber Necm Suresi’nde birkaç Ayet-i Kerim'e de Mirac'a işaret etmektedir:

13..Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.

14..Sidretü’l Müntehâ’nın yanında.

15..Me’va cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.

16..O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.

17..Göz gördüğünden şaşmadı ve (onu) aşmadı.

18..Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.

Sidretü'l-Müntehâ, gökleri ve cennetleri kucaklayan ulu bir varlık ağacıdır. Peygamberlerin ve meleklerin erebildikleri ilmin son noktasıdır. Ondan ilerisine ne bir melek ne bir peygamber yaklaşamaz. İlerisi gayb alemidir. Allah'tan başka kimsenin ilmi oraya ulaşmaz.

  Bundan sonra "Refref" ile yükselip Rabbi ile buluşan Peygamberimiz Tahiyyat diye bildiğimiz duanın ilk cümlesiyle söze başlar:

التحيّاتللهوالصلواتوالطيّبات

"Bütün tâzimler, övgüler,kavlî, bedenî ve malî ibadetler Allah’ım sana mahsustur."

Bu selamın üzerine Rabbimiz Rasûlü'ne:

السلامعليكأيهاالنبيّورحمةاللهوبركاته

"Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun." diye karşılık verir.

Rasülü de Rabbi' ne cevaben:

السلامعليناوعلىعباداللهالصالحين

"Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun." der.

Bu muazzam olay karşısında melekler hep birlikte şehadet getirirler:

أشهدأنلاإلهإلّااللهوأشهدأنمحمّداعبدهورسوله

  "Kesin olarak bilir ve beyan ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şehâdet ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.”

Selamlaşmanın ardından  Rabbimiz,

"Dile benden eyMuhammed'im! dediğinde O:

" Ümmetimi isterim, ümmetimi Ya Rabbi!" diyerek ümmetine olan düşkünlüğünü Rabbinin huzurundada dile getirmiştir.

Bunun üzerine Rabbimiz,

"O halde ümmetine git ve günde beş vakit namaz kılmalarını onlara emret, kim ki şartlarına uyarak benim rızam için namazlarını kılarlarsa onlardan razı olacak ve cennetlerimde onları mükâfatlandıracağım" buyurdular.

Demek ki namazlarda her oturduğumuzda okuduğumuz '' Tahiyyat Duası" miracın bizlere güzel bir hatırasıymış.

Miraç, Hz. Peygamber'in Allah Teâla ile buluşmasıdır. Mü'minin miracı, yaratıcısı ile buluşması da namazdır. Zaten beş vakit namaz Miraç' da farz kılınmıştır. Müslüman namazda sanki miraca çıkmış Cenab-ı Hak ile görüşüyormuş gibi olmaktadır. Öyleyse biz değil namazsız olmak namazı Cenab-ı Hak ile görüşüp konuşuyor gibi kılmaya çalışacağız. Bizim tam anlamıyla Miraç gecesini kutlamamız ancak bu şekilde mümkün olur. NAMAZSIZ MİRAC OLMAZ. Çünkü mümin namazda vasıtasız olarak doğrudan Rabbinin huzuruna çıkar, sadece O'na kulluk etme ve sadece O'ndan yardım isteme fırsatı bulur.