Birleşmiş Milletler’in 1999’daki kararı ile her yıl 25 Kasım tarihi “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan edilmiştir.

Kadına yönelik şiddetle mücadele, Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler ve Birleşmiş Milletler kararlarıyla da devletin öncelikli sorumluluklarından birisi olarak tanımlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası “kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığının tanımlandığı” 17. maddesi ile herkesin yaşam hakkını garanti altına almayı ve kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağını” taahhüt eder. Kadına yönelik şiddet bu anayasal hakkın ihlali anlamına gelmekte ve bu ihlalin önlenmesi için devlete önemli sorumluluklar düşmektedir.

Ancak kadın cinayetleri katliam boyutuna ulaşmışken, devlet kadınların can güvenliğini sağlamada yetersiz kalmaktadır. Basında yer alan haberlere göre, 2020'nin ilk on ayında en az 229 kadın öldürüldü.

Erkek şiddetinin giderek artmasında, siyasi iktidarın din ve ahlak adına sıkça kullandığı cinsiyetçi, sözde muhafazakâr söylemlerle kadını değersizleştirmesi, namus ve ahlak anlayışını salt kadına indirgemesi önemli etken olmuştur. Cinsiyetçi söylemler, ders kitaplarına kadar girmiştir.

Her gün en az üç kadının öldürüldüğü, onlarcasının tacize, tecavüze ve şiddete uğradığı, iktidarın açıkça kadınlara savaş açtığı bu sistemde, kadınlar sadece nefes almak için bile mücadele etmek zorundadır.

Aile içinde, işyerlerinde, sokakta… kadına şiddet gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş, özellikle son yıllarda kadın cinayetleri katlanarak artmıştır. Kadınları korumak bir yana, onları kendi iktidarı için tehdit olarak gören siyasi iktidar, kadınların her türlü şiddet ve ayrımcılıktan korunması, kadınlarla erkekler arasında eşitliğin yaygınlaştırılmasını hedefleyen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi planlamaktadır.

Yapılması gereken; hiç vakit kaybetmeden şiddet gören kadınların korunmasındaki bürokratik engellerin tamamını kaldırmak, kadın katillerine asla ceza indirimi uygulamamak, hafifletici sebep aranmadan caydırıcı cezalar verilmesini sağlamak, İstanbul sözleşmesinin getirdiği yükümlülüklere uygun bir biçimde hareket etmektir.

Kadınların da erkekler gibi güven içinde, korkmadan, acı çekmeden, insanca yaşamaya hakkı vardır. Acı çekmek, tacize uğramak, öldürülmek kadınların kaderi olmamalıdır.  Eğitim-İş olarak AKP’nin kadın düşmanı politikalarına ve cinsiyetçi uygulamalarına karşı durmaya,  kadınların karşılaştıkları zorlukları dile getirmeye, birlikte yaşanılır ve daha eşit bir dünya kuruluncaya dek devam edeceğiz.