Günler ağır çekimde geçiyor.Geceler ise,geçmişimle yarışıyor sanki.Hayat bir şekilde akıp gidiyor.Ağaçlar ve gölgeleri,sokakların birbirlerine açılmaları ve çatılar…

Çatıların âdeta birbirlerine geçmiş görüntüleri ruhumu bunaltmaya yetiyor.Tek tek böyleyken sıkıcı olmalarına rağmen hepsini bir arada düşününce bir kompozisyonun yada bir senfoninin ayrılmaz parçaları gibiler.Uzaklaşmak için,nefes almak için bazen senfoninin dışına çıkarım.Ve bu çıkışlarımda,daha doğrusu kaçışlarımda kendimle başbaşayken beni sonsuza kadar değiştirebilecek bir yazar düşlerim.Onunla hayali sohbetler etmeyi,kafamdaki derin ve cevapsız soruları masaya yatırarak medenice tartışmayı…

Teraslarda içmek,broşür okumak ve birbirlerine kur yapmak dışında bir şeylerle ilgileri olmayan büyük yığının içinde yaşamanın zorluğunu,anlaşılamamanın bazen dayanılmaz ağırlığını taşımakta zorlanıyorum.Bu durumlarda bazen zaman sonsuza uzanır.Uzatsanızda kolunuzu yakalayamazsınız onu.Zaman askıdadır ve siz cücesinizdir.Ve zaman olduğu yerde durur.Ama biz ilerleriz tıpkı yürüyen merdivendeymişiz gibi.Sonra zaman susar. Sessizleşir kâinat.İşte o ânı,o zaman dilimindeki muhteşem sessizliği seviyorum.

Tuhaf!Hayatımda ilk kez bu haldeyken kendimi yalnız hissetmiyorum.Bana ne oluyor böyle!?Birşeyler değişiyor gibi;anlamlandıramadığım…

Neden her şey hep imkânsız?!Belki içinde bulunduğumuz durumları kabullenemeyişimizdir buna sebep.

Yazmak…Kendim için yazmak beni iyi hissettiriyor.Buna ihtiyacım var.Terapi gibi bir nevi.