Prof. Dr. Kürşad Zorlu, her zamanki usturuplu üslubuyla yazdı aslında yazılması lazım geleni:
Erşat Salihi, Irak'ta ve Türkmenler için kolay oluşmuş bir isim değil; terör örgütlerine karşı tavizsiz duruş sergilemiş ve hep Türkiye'nin yanında olmuştur. Bana kalırsa Türkmen Cephesi'nin kendi kuralları ve işleyişi ile büyük kurultayını yapması beklenmeli ve kimin ne kararı olacaksa oradaki netice esas alınmalıydı.
***
Mevzu, hele de bir yerinden, bir şekilde "Türkleşmek, Milletleşmek, Ümmetleşmek" tartışmasına bağlanıyorsa, galeyana gelmiş yüreğimi keser mi!
Oturdum bilgisayarın başına, aklımın bir köşesinde Salihi'nin, istifasından birkaç gün önceki konuşmasında verdiği "Bizi yolun yarısında bırakmasınlar, bıraksınlar mücadelemize devam edelim" mesajı, başladım bir hışımla, gelişine, frensiz yazmaya:
Sosyal medyada başlatılan "Erşat Salihi yalnız değildir" kampanyası, Salihi'nin Irak Türkmen Cephesi Başkanlığı'ndan zorla istifa ettirildiği yönündeki iddialara cevaben yapılabilecek en absürt işlerden biriydi. Zira, kimilerinin fark ve ifade ettiği üzere ve sadece bu süreçle ilgili olarak değil, genel manada, kimliği ve misyonu dolayısıyla da Erşat Salihi bal (buradaki ağılı bir bal elbette) gibi de yalnızdır!
Tıpkı, Irak'ın işgali sırasında tapu kayıtları yakılan, atasının mezar taşlarına kadar bütün izleri yok edilen her bir Türkmen gibi…
Tıpkı, işgalcilerin, "ayakkabılarıyla" yahut "bira şişeleriyle" değil işkenceyle, tecavüzle girdiği türbeleri imha edilen her bir Türkmen gibi…
Tıpkı, "Allah için kurtarın, bizi katledecekler" dedikten sadece dakikalar sonra, bekledikleri o "kurtarıcı" gelmediği ve gelmeyeceği için katledilen, kaderine terk edilmiş her bir Türkmen gibi…
Tıpkı, iktidarın henüz "yerli ve millîleşmediği(!)" günlerde, Türk Dünyası Çocuk Şöleni'nde yaptıkları "bozkurt"lar, kimilerinde rahatsızlık sebebi olan her bir Türkmen balası gibi…
***
Tam yazıyı, "Irak'ın işgali sırasındaki ayıplarımız yetmedi, peşmergenin insafına terk etme utancımız yetmedi, sonunda 'Gavim gardaş nerdesen' dediklerine de pişman ettik Irak Türklerini" diye bağlamaya hazırlanıyordum ki, "ne olduğunu" anlamak için başvurduğum, çalışma alanı Türk Dünyası siyasilerden biri telefonuma geri döndü. "Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasını da bekle öyle yaz derim" dedi. Irak Türklüğünün korunması için "devlet" desteğinin şart olduğuna dikkat çekti.
Yine alanı "Dış Türkler" olan bir başka siyasiyle konuştum; "Davayı şahıslara bağlamamak gerektiğini ancak usulen yanlış yapıldığını, iktidarın, Türkiye'de alıştığı 'onu aldım, bunu verdim' yöntemini orada da uygulamaya çalıştığını ve bunun doğru bir yöntem olmadığını" söylemekle yetindi.
Başlıkta, "Kerkük'e Türkiye modeli" demem bundan; Cephe, zaten kurultaya gidecekken, seçimi beklemeden "atama"yla bir isim dayatmak, o kişi isterse allameicihan olsun, Türkmen mücadelesini yürüten iradeyi yok saymaktır.
"Ömrünü Kerkük davasına adamış" iki Türkmen çınarıyla da konuştum; söz birliği etmiş gibi "Bir iki gün bekleyip ne olduğunu görmek, öyle konuşmak lazım" yanıtını aldım onlardan da.
***
Atlantik Konseyi uzmanı David L. Phillips'in, Amerikan Ulusal Dış Politika Komitesi için hazırladığı ve sonradan "Çözüm Süreci"nin de "yol haritası" yapılan, 15 Ekim 2007 tarihli "PKK'nın Silahsızlandırılması, Dağıtılması ve Yeniden Entegre Edilmesi" raporunun en dikkat çekici maddelerinden biri, "Türkiye, Barzani'yle her alanda iş birliğine gitmeli ve Kerkük'ün 'Kürdistan'a katılımına rıza göstermeli" şeklindeydi.
Keza, Phillips'in 2009 yılında yayınladığı "Türkler ve Iraklı Kürtler arasında Güven İnşası" raporu da, "Kerkük ve diğer ihtilaflı bölgelerde Kürt Bölgesel Yönetimi'nin hakimiyetinin sağlanmasını ve Türkiye'nin bunu tanıması"nı öngörüyordu.
Açılımın mimarından biri varsayılan ABD'li Kürt uzmanı Henri Barkey'in yine 2009'da hazırladığı "Kürdistan Üzerine Çatışmayı Önlemek" raporunun vurgusu da farklı değildi. Barkey'e göre de "Temel öncelik Kerkük'ün Kürt bölgesine katılmasının sağlanması" olmalıydı.
***
Hepimiz oradaydık, yaşadık, gördük; şimdi "yerli ve millî" olduğunu iddia eden iktidar, o gün bu dayatmaların her birini "ödev" saydı.
Tekrarlanmayacağının garantisi var mı?
Dolayısıyla…
Ve, bize en nihayetinde bir şehidin emaneti olan, ağabeyi idam edilen, kendisi Ebu Gureyb işkencehanesine atılan, ailesi sürgün edilen, evi ve aracı defalarca "füzeli" dahil saldırıya uğrayan Erşat Salihi'nin itibarsızlaştırılmasına göz yummamak koşuluyla…
Gerekçesi ne olursa olsun izlenen yolun yanlış olduğundaki ısrarımı koruyarak…
Sözümü tutup bekleyeceğim bakalım; yapılanın Irak Türkleri'nin mücadele kodlarını dönüştürmeye dönük olduğu yönündeki şüphelerimden dolayı utanacak mıyım!
Umarım utanırım!
Kerkük, Türk kalsın da ben utandığımla kalayım!