Nihâyet yıl sonu gelmiş,okullar tatil olmuştu.Günlerden Cumanın ertesi…Cumartesi yâni…Sabah 9:00 Ankara otobüsü  ile yola koyulduk ağzımızda dualarla…

Ben, otobüsün 3 numaralı koltuğunda, anneme kavuşma heyecanı ile eğildiğim ön panelde koluma yaslayıp başımı, yollarla birlikte bende aktım âdeta… Müzik ve şoförün arkadaşıyla konuşmaları arasında koptum bu dünyadan… Tebessüm dolu göz yumuş ve kendimden geçiş içerisinde iken kesif bir yağışın içinde bulduk bir anda kendimizi. Gökten rahmetle değil, âdeta deniz dalgasıyla dövülüyordu otobüsümüz.

Silecekler yetişmiyordu yukardan akan rahmeti camdan indirmeye.. Âfet dedikleri buydu işte. Korku ,heyecan ve dua sesleri yükseliyordu otobüsün içinden. Asfalttan sel gidiyordu ,sağa sola savrulmuş, park etmiş, taksi, dolmuş, otobüsler görüyorduk..

Kaptan kendinden emin bir şekilde kimseye aldırış etmeden sürdü geçti âfetin içinden. Bu korku dolu ân yaklaşık 30-35 km sürdü. Çorumun Sungurlu ilçesini bu heyecanla atlattıktan sonra açık havayı görünce derin nefesler alıp  ,yaşananlar üzerine herkes kendince kritikler yapmaya başladı. Kırıkkale’ye yaklaşıyorduk birden hava gene bozdu Delice ilçesinde ayni korkuyu bir kez daha yaşadık,bu kez yollarda köylülerin taşıtlara satmak için kurdukları meyve tezgâhları ve üzerlerindeki kavunlar ,zerdaliler, elmalar yollara savrulmuş perişan bir manzara ve yolcuların şoföre ısrarla kenara çekip bekleme sözleri eşliğinde geçtik bu âfetinde içinden. Nihâyet Kırıkkale’ye vâsıl olduk. Kayın biraderimin özel otosu ve daima gülen yüzü ve heykel gibi boyuyla bizi beklediğini görmek bütün çektiklerimizi unutturdu. Selâm ve kucaklaşmalar sonrası tatlı bir sohbet eşliğinde Keskin’ime ulaştık. Kayın vâlidemin her zamanki gibi bakımlı, bin bir çiçekle bezeli,

meyvelerden âdeta kırılacak dallarıyla dolu bahçesini, içimdeki sevincin ,özlemin güzelliğini görmem için bir  vesile oldu. Kayın vâlidemin nurlu yüzü, tatlı sohbeti, evin gelinin güzel yemekleri ,çay faslı, derken vâkit hızla geçmişti.

Eşim annesinde kalmak istediği için onu bırakıp bir omzumda Bilgisayarım diğer elimde poşetlerle ve hızlı adımlarla kokusunu, tatlı tebessümünü, lâz şivesini özlediğim anneme doğru ilerliyordum.

-Aha ,işte göründü evimizin bahçesi…

hımm..bana sanki cennetten bir yer gibi göründü ilk anda. Oysa,yemyeşil otlar,

aralarında ayrık otları ve dikenleri, düzensiz bahçe duvarı; taşlar yer yer bazı taraflarda uçmuş (yıkılmış) gibiydi…meyvelerden yere doğru eğilerek âdeta Rabbime secde eden ağaçlar …Bütün bunlar geçerken aklımdan,uzaktan bir çığlık gibi ses ile irkildim;

-“dayımmmmmm”

Bu kız kardeşim Fadimenin en büyük kızı Asiye’nin sesi. Ardından çığ gibi sesler birbirine karıştı ve koşan koşana ..en büyüğü ilk öğretim sekize geçen (galiba)

yeğenlerim ,Saynur ve yeğenlerimin çocukları ,Muhammet, Hatice, Nursena, Kardelen…Bir anda sevgi yumağının ortasında kaldım.. Sarılan, elimden poşetlerimi ,malzemelerimi alan ,sıcacık yürekleri gözlerinde olan çocuklar.. Sarılan, öpen, bacağıma asılan on iki göz..

Ya Rabbi ,sana şükürler olsun; tertemiz,sâf, pırıl pırıl bir sevgi çemberinde kuşatıldığım için.. O güzel halka ile sarmaş dolaş bahçe kapısından içeri girdiğimde betonun kenarında mindere oturmuş,Güneşten dolayı  bir elini yüzüne siper ederek:

- Suleyman,oğlum…sen misun ..?

diyerek heyecanla ayağa kalkan anneme doğru koşarak eğilip elini öpmeye çalıştığımda o çoktan çelimsiz kollarıyla beni kucaklamıştı bile..

-       -oğlum…oğlum penum..hoş keltunn akilli oğlum..

diyerek iltifatlar yağdırıp bir yandan da öpüyordu beni. Benimse,sanki boğazıma bir yumruk oturmuş hiçbir şey söyleyemeden sarılmış ve ağlamaya başlamıştım bile. Annemin küçülmüş gözlerinden de dökülmeye başlamıştı bile inci taneleri  çoktan. Hem gülümsüyor hem ağlıyorduk.

Ağlamanın bu kadar güzel olduğu tek ân annemle birlikte özlem giderirken dökülen yaşlarda oluyordu. O an çocuklardan çıt çıkmıyordu en küçük olan Muhammet eğilerek ablasına kısık sesle,

-    - abla,abla,dayımla büyük babaanne niye ağlıyoooo..

       Demesiyle gülümsemeye başladım ve

              -“sevgi ve özlemden bu gözyaşları koç yeğenim..” derken çoktan onu kucağıma alıp öpüp kokluyordum bile. Çocuklar rahatlamış ,şaşkınlıklarını atıp üzerlerinden ve soru yağmuruna tutmaya başladılar beni. Daha sonra kız kardeşim, büyük yeğenler, avludaki yeğenlerimin eşleri  geldiler.. Sonunda akşam olmuş, annemle yalnız kalmıştık. Bu arada avlumuz 5 dönüm ve  annem avlu içerisinde bulunan 4 tek katlı evden, babamıza ait olanında tek başına oturur ,geceleri torunlarından biri kalır yanında.

Yatsı okunmuş, namazlarımızı edâ  etmiş ,her daim kanepenin birinde açık bulunan yatağının içine girmişti annem. Bende kucağına uzanmış, annem saçlarımı okşarken sohbete başlamıştık. Neler yaptığını,

sağlığını, komşuları, ölen ,yitenleri soruyor ,karşılıklı konuşuyorduk…Vakit su gibi akıp gidiyordu, konuyu döndürüp dolaştırıp ,annemin gençliğine, babama olan düşkünlüğüne, aşkına getirmiştim. Belli etmezdi, sanki kızar gibi yapardı her zaman ama hep te anlatırdı ,bundan hoşlanırdı biliyorum. Sanki masal gibi gelirdi bana onların o tertemiz, sâf aşkları…

 Kesinlikle bu yüzyıla ait değiller diye düşünürdüm.

Ve aşk anlayışının bunca kısa sürede bu kadar dejenere olmasına hem çok şaşırır hem çok üzülürdüm. Galiba bu yüzden benimde beklentim, bakış açıp hep onlarınkine benzemiştir. Annem nefeslenmek için durmuş ,bense o minnacık parmaklarının kısacık saçlarıma yaptığı masajla gevşemiş, bedenen ve ruhen başka iklimlere uçmuştum ki ,annemin âniden ;

- suleyman, sen hiç pizim kibi sevda yaptun mi…?

 Başımı hafifçe çevirip, gözlerine tebessüm ederek, yan dönüp ,başımı karnına yaslayıp beline sarıldım sadece annemin.. 

 

NOT:1) Lâzlarda “ü” harfi yoktur, konuşurken o yüzden “u” harfini  

      telaffuz ederler.

       Ve annem o yüzden bana hep “suleyman” der..

   2)  “sevda yapmak”  deyimdir…”sevdin mi..?..âşık oldun mu” anlamındadır.