CHP'den sonra, Türk siyasetinin Covid-19 gölgesindeki ikinci büyük kurultayını İYİ Parti yapacak. İYİ Partililer, "Millet Bizi Çağırıyor" sloganıyla, yarın, Ankara Altındağ'da bulunan ANFA Altınpark'ta toplanacaklar. Kurultay hazırlıklarının başında partinin Genel Sekreteri Uğur Poyraz var.

Sıkı tedbirler

Dün kısa bir sohbetimiz oldu Poyraz'la; kurultayı, kimsenin kimsenin sağlığı için tehdit oluşturmayacağı bir düzende tamamlayabilmek için aldıkları önemleri anlattı.

Dediğine göre, Yüksek Seçim Kurulu ve Ankara Valiliğinin hassasiyetleri, Bilim Kurulu'nun tavsiyeleri uyarınca, salgınla mücadeledeki evrensel standartlara uygun olarak hazırlanıyor kurultay alanı. Alana sadece delegeler alınacak. Hepsinin ateş ölçümü yapılacak. Büyük dezenfeksiyon noktalarının yanısıra, her birine dezenfektan kitleri dağıtılacak. Oturma alanlarında sosyal mesafe çıkartmaları bulunacak. Paketli gıdalar dağıtılacak. Bu uygulamaların tamamı basın mensupları için ayrılan alanda da geçerli olacak. Sterilizasyon konusunda bütün tedbirlerin alındığı seyyar lavabolar kurulacak. Ayrıca, "Çok ısrarlı üyeler veya refakatçiler olursa" diye, -ki illa olur- dışarıda, kurultayın barkovizyondan izleneceği bin-bin 500 kişilik bir alan daha oluşturulacak.

Delegeler, oy verme işleminin yapılacağı alana da, her sandığın başına sadece 3 kişi denk gelecek şekilde, küçük gruplar halinde alınacak.

Tüzükte tadilat

Kurultay gündeminde  yer alan "Tüzük Değişikliği" maddesini de sordum Poyraz'a.

"İl ve ilçe başkanlarımızın, ilçe seçim kurullarıyla, yorum farkı kaynaklı olarak yaşadığı sorunları ortadan kaldıracak bir tadilat" diye açıkladı. Misal, İYİ Parti'nin 400 üye tavsiyesini bir "şart" olarak algılayıp, 396 üyesi bulunan teşkilata "yapmazük" denilebiliyormuş zaman zaman; bu tip maddelerin dilinin tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde değiştirilmesi öngörülüyor anladığım kadarıyla.

Aday rekoru

Sosyal medyada yaygın bir mavra dönüyor bu ara; Genel Başkan Meral Akşener ile fotoğrafı olup da parti organlarına aday olmayan İYİ Partili kaldı mı acaba?

Bu talep patlamasını oldukça sevindirici buluyor ve Akşener'in "demokrasi" anlayışının içselleştirilmiş olmasının delili sayıyor Poyraz.

Peki ama şartlar biraz zorlayıcı değil mi?

Alışılmış "Divana isim yazdırarak aday olma" yönteminin -biraz da mecburen- dışına çıkıyor İYİ Parti, olağanüstü koşullarda yaptığı bu olağan kurultayda. Delege olmayan partililer kurultay alanına alınmayacağı için onların başvuruları, 11 -18 Eylül arasındaki bir hafta zarfında Genel Merkez'de kabul edildi. Her birinden aralarında fotoğraflı özgeçmiş, öğrenim durumu belgesi, sabıka kaydı gibi evraklarla birlikte, 70 delegenin ıslak imzası istendi.

"Sabıka kaydı"nı "Kimin sicilinde ne var bilemeyiz; seçildikten sonra tatsız bir durumla karşılaşmaktansa böyle bir önlem aldık" diye izah ediyor Poyraz.

Geri kalan belgelerin ise parti kadrolarıyla ilgili bir bilgi havuzu oluşturmaya yarayacağını, yöntem henüz belli değil çarşaf da olabilir ama misal bir "anahtar liste" uygulamasına gidilirse, Genel Başkan'ın delege dışındaki adayları da bu yolla daha kolay değerlendirebileceğini ifade ediyor.

Peki ya "korona şartlarında ıslak imza"?

Her Genel İdare Kurulu Üyesi adayının aynı zamanda potansiyel birer Divan Üyesi adayı da olduğunu vurguluyor Poyraz. Siyaseti bu seviyede yapan veya yapmaya hazırlanan kişilerin, kendi araçlarına binip il ve ilçeleri gezmelerinin, maskeleriyle, hijyen koşullarının kendi kontrollerinde olduğu ortamlarda il başkanlarıyla, delegelerle tanışmalarının, kendilerini ifade etmelerinin, sağlık açısından da siyaseten de kurultay alanındaki bir yığılmadan daha faydalı olduğunu savunuyor. Çok da iddialı;

"Tüzükte yazılandan bile daha demokratik bir yöntem oldu bu!…"

Sağlıkla…

Genel Merkez'deki aday trafiğini "ana-baba günü" diye tarif eden Poyraz, "Kendi adaylığım için kulis yapma fırsatı bulamadım daha" diyor şakayla karışık.

Son sözleri manidar:

"Herkesin, aldığımız tedbirlere riayet etmesine ihtiyacımız var. Hem kendimiz için hem evlerimizde bekleyenlerimiz için. Tek isteğimiz, herkes sağlıklı bir şekilde gelsin ve sağlıklı bir şekilde dönebilsin…"

Bir Norveç olmadığımız için!

Yerel seçim için geri sayım başlamıştı; geçmişin de acı tecrübeleriyle, sandıktan ne çıkacağından kimse emin olamıyordu ama Mansur Yavaş seçmenin gönlünde kazanmıştı.

"Sayaçlarınızı PKK'lılar okuyacak" gibi akla ve vicdana sığmayan suçlamalar tutmayınca, iktidar partisi "senet ve rüşvet" tartışması başlattı; "tanık"ları vardı; kendi ifadeleriyle "saygın bir işadamı."

Yavaş, söz konusu şahsın çok da öyle "saygın" biri olamayacağını açıkladı. Zira, "Yüzde 80 şizofren raporu bulunan bir sahtecilik hükümlüsü ve çocuk istismarı sanığı"ydı.

O şimdi firari.

***

Bu, hukuken tanıklığı bile geçerli sayılamayacak durumdaki kişiye dayanarak ortaya atılan iftiralar, iktidar partisi sözcüsünce, bütün kanalların canlı yayınladığı basın toplantılarında uzun uzun tekrarlandı.

Yavaş da susmuyordu, hakkındaki bütün iddiaları, tek tek, belgeleriyle yanıtlıyordu ama bunların hiçbiri, o kanallarda yer bulamadı!

Siyasi tarih çok az görmüştü böyle haysiyet cellatlığını!

***

Ankara 33. Ağır Ceza Mahkemesi, Mansur Yavaş hakkındaki hükmünü açıkladı:

Beraat.

Doğal olarak bir "Hakkını helal et Başkan" bekliyor insan; "rekabet gözümüzü kör etti, gerçeği göremedik", "zafere giden her yol mübah kazasına uğradık" filan…

Başta bütün o iftiraların sözcüsü ve Yavaş'ın o günkü AK Partili rakibi olmak üzere, iktidar partisinde "özür dileyen" veya dilemeyi düşünen var mı Mansur Başkan'dan?

Yoksa, "Türkiye'ye ait değil Norveç'e ait tavırlar" mı bunlar (da)?