Güneş…

Elini uzatıyor güneş bu sabah bana. Rüzgârsa, tebessümüyle dokunuyor yüzüme.Çocukluğum çıkıveriyor anılarımdan.Topaç çeviriyorum tozlu yollarında mordan sarıya dönüşen.İki saka kuşu selamlıyor beni kurumaya yüz tutmuş kuşburnu ağaççığımın dallarına konarak.Sibel Can,Senden Başka Kimsen Yok! Diyor,Cep’ten yükselen nağmelerde.Tek başına kalmış beyaz gülüm eğiyor boynunu yalnızlığa. Eğilip,parmaklarımın arasına alıp,nârince okşuyorum yapraklarını.Diğer çiçeklerim âdeta kaşlarını çatarak bakıyorlar bana; bize sevilme sırası ne zaman gelecek!? gibilerinden. Kızımın emanet kedisi Titrek,kuyruğunu titrete titrete miyavlayarak sabah kahvaltısının nerede olduğunu,beklemekten sıkıldığını bacaklarıma sürünmeden,dile getiriyor.O kulak tırmalayan sesleriyle,arsız kargalarım, her sabahın köründe başlayan, kesintisiz serenâdlarına hâlâ devam ediyorlar,devasa çamların dallarında.Bense,yüzüme yayılan koccaman tebessümümle,şükrediyorum Yaradana:bunca güzellikleri,bunca nimetleri,bunca sağlığı bana bahşettiği için.Önce kedimizin karnını doyurup,çayı ocağa koyup,tırmığı aldım elime.Bu muhteşem güz gününde kendilerini büyük bir hûşû ile toprağın kucağına bırakan allı,morlu,sarılı,çok az yeşilli,rengârenk yaprakları,gazelleri sakaların,kargaların,kedimin ve daha pek çok kuşun seslerinin arasında mutlu bir şekilde,tırmıkla bir araya toplayıp,çöpe döktüm.

N’olur Allahımbu güzel saatler,bu başlanmış günler hiç bitmesin.

Güneşin,rüzgârın,Tabiatın sesleri düşerken üstüme hiç bitmesin…