Artık var;

Muhalif gazeteciler için "Müyesser", "Murat", "Barış"

Etnik bölücüler için "Selahattin"

İktidar sahipleri için "Reza", "Talat"

Kumpas mağdurları için "Murat", "Ali", "Kuddusi", "Cem", "Kaşif", "Türkan"

Şiddete, cehalete, sapıklığa, sapkınlığa, caniliğe kurban giden kadınlar için  "Şule", "Emine", "Ceren"

Liberaller için "Osman""Ahmet", "Mehmet", "Şahin"…

"Geziciler" için "Berkin", "Ali İsmail", "Ethem", "Abdullah"

Üye olmamakla birlikte "FETÖ"denilen yapıda taraf olanlar için "Hidayet", "Alaeddin", "Adil", "Mümtaz'er", "Nazlı", "Hanım Büşra"

Toplumun ve onu yönetme-yönlendirme imkan-kabiliyeti olanların nasırında oluşturduğu acı oranında koruyup kollandı "adalet"in dokunulmazlığı; "öteki" söz konusu olduğunda Themis'in gözündeki bağı söküp dekoltelerini örtmeye çalışanlar mı, "put" deyip kırıcılığına soyunanlar mı; 18 yılda neler yaşandı!..

Halbuki…

Yasalarla sahip olunan haklar, yasalar önünde "eşit" olan "herkes" tarafından eşit şekilde kullanılabildiğinde, "herkes"e kullandırılabildiğinde tecelli ediyordu adalet. Hiçkimse yargısız infaz edilmediğinde. Hiçkimseye zulümdar muamele edilmediğinde. Hiçkimse bir kişinin iki dudağı arasına terk edilmediğinde. Herkes "masumiyet karinesi"nden yararlanabildiğinde. Herkes, kendisini "savunabildiğinde". Herkes, sadece "kanıtlanabilen" suçlarından ötürü cezalandırıldığında; "masumiyetini" kanıtlamaya zorlanmadığında…

Bir "rövanş" sayılmadığında yargılama; "sopa" olarak kullanılmaya kalkışılmadığında.

Bütün "öznel" değerler; -dini ve milli duygular dahil- rafa kaldırılıp da "nesnel" hukuk ilkeleri uyarınca bakılabildiğinde kürsüde bekleyen dosyaya…

***

Ve, Abdullah Öcalan'ın dahi "adil (!)" yargılanabildiği ülkede Mümtaz'er Türköne de adil yargılanmalıdır elbette; bir gün memlekete "hediye" edilirse Gülen de; Zekeriya Öz de; başka "herkes" de.

Zannediyorum, es geçilen minik detay bu hikayemizde;

"Herkes" için tecelli ettirilmeyen "adalet"in, sadece yahut özellikle kimileri için yerini bulması bilakis en büyük adaletsizlik sebebi!

***

Mümtaz'er Tüköne'nin, sırtını dayadığı o Alamutvari kalenin burçlarından, "açık hedef" halindeki savunmasız bırakılmış kişi ve kurumlara fırlattığı zehirli ok gibi iftiraları, tehditleri, yaftaları, yakıştırmaları, ithamlarının mide bulandırıcılığını anmıyorum bile…

Türköne, o ihanet sürecinin tam göbeğinde yer almamış da olsaydı…

Yeniçağ da dahil olmak üzere gazeteleri, gazetecileri "kanlı pusu"larla tehdit etmemiş de olsaydı…

"Yağlı kazık" gibi insanlıktan zerre nasibini almamış "ceza"ları savunmamış da olsaydı…

Türk ordusunun tasfiyesini arzulamamış da olsaydı…

Atatürk'ü ve Türk Milliyetçiliği'ni itibarsızlaştırmaya çalışmamış da olsaydı…

Şimdi "yeniden yargılanması"nı talep eden MHP Genel Başkanı'nın "davası"na kinini ve nefretini kusmamış da olsaydı…

Güç sarhoşluğuna yenilmemiş de olsaydı…

Durum farklı olmazdı…

***

Çorlu'da, aralarında 6 aylık Beren, 9 yaşındaki Oğuz Arda, 14 yaşındaki Bihter, 13 yaşındaki Gülce, 16 yaşındaki Sena gibi çok sayıda -masumiyeti yarışmaya kapalı- çocuğun da bulunduğu 25 kişinin adeta katledildiği cinayet gibi kazanın bütün vebalinin "yağmur"a yüklenmesinde ve neredeyse eşlerini, kardeşlerini, evlatlarını kaybetmiş, yüreği cayır cayır yanan ailelerin suçlu çıkarılmaya çalışılmasında herhangi bir vicdansızlık, insafsızlık, adaletsizlik görmeyip de…

İhmalin yol açtığı aşikar Ankara tren kazasının bütün faturasının hasta ve gariban bir memura yıkılmasında hiçbir sorun görmeyip de…

CHP İstanbul İl Başkanı'nın, benim de sorunlu bulduğum tevillik yanı olmayan içeriklerinden bağımsız olarak, "7 yıl önceki sosyal medya mesajlarından dolayı" cezalandırılmasında -üstelik de emsalleri devlet katında son derece makbul pozisyonlardayken-  hukuken hiçbir sakınca görmeyip…

Acıtsa da, yaralasa da, sarssa da, kızdırsa da nihayetinde yaptıkları "gazetecilik"ten başka bir şey olmayan insanların, en temel insan hakları çiğnenerek gözaltına alınmalarında, tutuklanmalarında, tutukluluklarının cezaya dönüştürülmesinde, yargılanma esas ve usullerinde "adalet"e gölge düşürecek hiçbir yan görmeyip de…

"Adalet"in adını "Mümtaz'er Türköne" koymaya kalkınca böyle oluyor işte; belki nihayet beklediği "pas"ı almış olan birileri övmelere, alkışlamaya doyamıyor ama, Tüköne'nin de mimarı olduğu adaletsizliklerin mağdurları da, bütün acılarıyla ve haklı olarak vicdan azabı gibi dikiliveriyorlar karşınıza…

***

Türkiye Cumhuriyeti'nin "hukuk devleti" niteliğinin, Kuddusi Okkır'ınkilere benzer bir çift "son bakış"a daha tahammülü yok.

Dolayısıyla hukuk "hiçkimse" için zulmü aracına dönüştürülemez; hakkındaki delil durumu, emsal kararlar, yaş, sağlık sorunları veya başka bir "meşru" gerekçeyle yargılama, tutukluluk ve hükümlülük sürecinde sahip olduğu yasal haklar kullandırılmayan kim varsa hakkında bir düzeltilmeye gidilmelidir;

Türköne dahil!

Ve fakat…

"Ülkücü şehidimizin kardeşidir" meşru bir gerekçe değildir.

"AK Parti Grup Başkanvekilinin en yakın dostudur" meşru bir gerekçe değildir.

Bu gerekçelerle adalet değil ancak imtiyaz yahut torpil tesis edilir. Bahsedilen derecede ağır hastaysa, zaten cezaevi koşullarında tutulmaması gereken Türköne'nin yasal hakkını talep ederken bile ideolojik, siyasi gerekçelere ihtiyaç duyuyor olmak bizatihi "hukuk devleti"nin hükümsüzlüğüne işarettir