Bir deprem, meydana gelmeden önce elbette randevu almaz, gününü, saatini, dakikasını bildirmez. Ama, öyle çok sürprizli bir ziyaret de değildir yaptığı aslında.

Depremlerin nerelerde oluşabileceği bellidir ve hayli detaylı biçimde haritalandırılmıştır.

Depremlerin, oluşabilecekleri bölgelerde ulaşabilecekleri muhtemel büyüklükler bellidir ve o büyüklüklerin yol açabileceği hasar/yıkım oranları yine hayli detaylı biçimde hesaplanmıştır.

İnsanoğlundan beklenen, yerleşik hayatını kurarken, taşırken, yenilerken, betondan tabutları andıran ve yazık ki günün sonunda tam da o şekilde karşımıza çıkan o devasa beton blokları dikerken, bütün bunları dikkate ve de ciddiye almasıdır.

***

Buna göre;

10 büyüklüğünde bir depremde, "İyi inşa edilmiş ahşap yapılardan bazıları yıkılırken; taş ve kafes yapılan büyük bir çoğunluğunun temelleriyle birlikte yıkılması" beklenir.

11 büyüklüğünde bir depremde, "Birkaç yapı (özellikle taş olanlar) dışında, tüm binalar ve köprülerin yıkılması,  demiryollarında büyük oranda eğilme ve bükülme olması" beklenir.

12 büyüklüğünde bir depremde "Bütün binaların yerle bir olması, ufuk çizgisinin oynak bir yüzeye dönmesi, nesnelerin havada uçması" beklenir.

Ancak…

6 büyüklüğünde bir depremde "yıkım" bilimsel olarak beklenen bir olgu değildir; böyle bir depremin "olağan" karşılanabilecek sonucu, "Herkes tarafından hissedilmesi, korku vermesi, bazı ağır mobilyaların hareket etmesi, sıvaların dökülmesi ve hafif hasar"dır.

Keza 7 büyüklüğünde bir depremin de "Dizaynı ve inşaatı çok iyi olan yapılarda gözardı edilebilecek bir hasara, iyi inşa edilmiş sıradan binalarda hafif ya da orta ölçüde hasara yol açması" beklenir; tabii eğer kötü malzeme kullanımı yahut kötü dizayn yoksa!

***

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü'nün resmi internet sitesindeki bu bilgileri paylaşmamın nedeni, "İzmir'de depremin neden olduğu yıkım" cümlesine duyduğum alerji…

İzmir'de yıkıma yol açan "deprem" değil, yüzlerce yıldır 6-7 aralığında "şiddetli" depremlerin yaşandığı bir bölgede, bu büyüklükteki ve tekrarlanacağı muhakkak olan bir depremde ayakta kalması mümkün olmayan niteliksizlikteki yapılaşmanın sorumlusu olan herkestir.

***

"Deprem" dediğiniz şey bir "katil" değil, "cani" değil "doğa olayı"ndan ibarettir; resmi tanımıyla "yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi"dir, "zelzele"dir.

Onu bir "katil"e, amansız bir "cani"ye dönüştüren insanoğlunun tercihleridir.

Dolayısıyla, İzmir'de yüreğimizin yanmasına sebep olan "şey"in adı "deprem" değildir.

Daha önce Gölcük'ten Van'a, Bingöl'den Elazığ'a Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi İzmir'de de acımızın, yasımızın, yaşadığımızın adı "deprem"den ziyade;

O kumdan kaleler gibi darmadağın olan betona, kesilen kolonlara, yayınlanan çürük raporlarına bakınca, evleri yıkılan insanların bugünden sonra maruz kalacaklarıyla daha kaç kere yıkılacaklarını az buçuk tahmine çalışınca;

"Cinayet"tir; taammüden hem de!

"Savunmasız insanların toplu olarak öldürülmesi"ni ifade eden "katliam"dır, "kıyım"dır.

"Bir kimseye maddi veya manevi olarak yapılan aşırı eziyet"in ifadesi olarak "işkence"dir.

"Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıygı, eziyet, cefa"nın ifadesi olarak "zulüm"dür.

"Kendi çıkarı için birini, bir şeyi feda etmenin" ifadesi olarak, onca insanı "kurban etmek"tir.

***

Depremzedeler için gönderilen yardımları alıp satanları, kira bedellerini bir gecede katlayarak evsiz insanları dolandırmaya kalkanları, insanların sevdiklerine ulaşma ihtiyacını kötüye kullanıp uçak biletlerini astronomik seviyeye çıkaranları, hatta enkaz bölgesindeki iletişim ihtiyacı üzerinden bile rant yaratmaya çalışanları görünce;

İzmir'de tanık olduğumuz "şey";

"Yalnız kendi çıkarını düşünmenin" ifadesi olarak çıkarcılıktır, menfaatperestliktir.

Vicdansızlıktır.

Ve alenen, üstüne basa basa, en büyük harflerle "KÖTÜLÜK"tür!

***

Yıkan tek başına "deprem" olsa; 65 saat sonra enkaz altından çıkan Elif'in hayatı sımsıkı yakaladığı o minik parmaklara tutunmak yeterdi belki "biz"i iyileştirmeye… Ama değil işte…

O yüzden "mucize" gibi değil de, bir "ilahi ikaz" gibi bakmak lazım belki Elif'e;

Onun minicik bedeninde yaşadığımız "kaybetme korkusu" ve kavuştuğumuz anda durduramadığımız gözyaşlarımızın işaret ettiği "değer"i bilmekle ilgili bir ikaz…

Şükretmekle ilgili bir ikaz…

Kadercilik değil kastettiğim, biat değil, boynunu kıldan ince hale getirmek değil başına gelenlere ama "hakkın olanla yetinmeyi" bilmekle ilgili bir ikaz; bu açgözlülüğün, gözü dönmüşlüğün, doymazlığın, hep banacılığın, yanmaz kefenlerine cep de diktirme sevdasının hükümranlığına son verme gününün geldiğiyle ilgili bir ikaz…

***

Tek dileğim;

Allah'ın tekrar yaşattığı gün, -yaşayacağımız gün gibi ortada çünkü- depremin doğal sonuçlarından fazlasını konuşmuyor olalım.