Taşı toprağı, pardon dağı taşı "altın" olan bir ülkede yaşadığımızı zaten biliyoruz.

Keza, "bor"dan "krom"a, "uranyum"dan "toryum"a "yer altı zengini" olduğumuzu; madenlerimizin kıymetini…

Ve,  "zehir"le canına kıyılmaz ise eğer; her karışından "bereket" fışkıran toprağımızın…

Suyumuzun… "Şifalı" sularımızın…

Bir çok köşesinin "inci" değerinde olduğunu biliyoruz biz zaten bu ülkenin; iş ki gelip geçen iktidarlar da bilsin, "inci"lerimizi "harami" kafasıyla talan etmesin!

***

Yetmez ama evet;

Zaten sahip olduğumuz, zaten sahip olduğumuzu bildiğimiz, bilmesek de farkında olduğumuz, bunun iddiasında olduğumuz bir "varlığa" sahip olduğumuzun "resmen" ilanı da elbette "müjde" kavlindedir, mutluluk verir ama yüreğimizi kanatlandırmaya yetmez açıkçası.

"Çılgınca" bir sevinçle karşılanmaz.

"Zafer sarhoşluğu" yaratmaz.

Ayaklarımızı yerden kesip havalara uçurmaz.

Hele ki bir "eksen değişikliği" delili asla olamaz.

***

Adını "Fatih" koymak yetmez mesela; bu "müjde" Güney Kore'de değil de tıpkı Oruç Reis gibi Türkiye'de, ne bileyim misal Gölcük'te inşa edilmiş bir sondaj gemimizden geldiği gün biraz daha "ümitvar" hale gelir.

Var olan kaynaklarımızı "tespit/teşhis" ettiğimiz gün değil; onları hiç kimsenin izin ve işbirliğine ihtiyaç duymaksızın kendi öz kaynaklarımızla çıkarabildiğimiz gün…

O da yetmez…

Öz kaynaklarımızla çıkarabildiğimiz petrolümüzü, doğalgazımızı veyahut her nevi madenimizi, endüstriyel hammaddeyi, sermayesiyle, kurumuluyla, yönetimiyle, istihdamıyla, plan-projeleriyle yüzde yüz yerli fabrikalarda işleyebildiğimiz gün…

O fabrikaları elbette modern, elbette son teknolojiye uygun ama hepsinden önce, bir günde yüzlerce insanın mezarına dönüşmesini önleyecek, "insani usuller"de işletebildiğimiz gün…

Devlet'in biricik kâr ortağının millet olduğu ve bu ülkenin kaynaklarından elde edilen bütün gelirin "bu millet(!)"in cebine girdiği gün…

İşte o güne kim eriştirebilirse;

 "Müjde" gibi müjde vermiş olur hepimize…

İşte o gün değişir "eksen"; değişir dünya, -tıpkı Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi- Türkiye'den yayılan "kelebek etkisi"yle!

NOT: Bu yazıyı yazdığım dakikalarda vadedilmiş "müjde" resmi olarak verilmiş değildi; ama tahminler dahilinde de olsa, çok ters köşe bambaşka bir minvalde de yazının esasına halel getirmez diye düşünüyorum. Bütün meramımız kendi kendine yetebilen, üreten Türkiye!

Yağmur haberciliği…

Dün sabah, bir haber kanalının meteoroloji müdürü, uzun uzun, tane tane, malum şahsa anlatır gibi, İstanbul'un "yağmur kabusu"nun sebebinin yağan yağmur miktarı, yoğunluğu veya şiddeti değil, plansız, çarpık betonlaşma olduğunu, o "sel" denilen taşmaların, birikmelerin, su baskınlarının altyapının ucubeliğinden kaynaklandığını anlattı. "Sağanak" bile denilemeyecek aynı şiddet ve miktardaki yağmurun, Anadolu'nun herhangi bir yerinde, hatta İstanbul'un hemen dibindeki başka bir ilde aynı etkiyi yaratmadığına dikkat çekti. Suçun doğada değil insanda olduğunu vurguladı. Hatta, içine doğmuş gibi, medyanın bu tür doğa olaylarındaki "dilinin" değişmesi gerektiğini savundu.

Bu uzun "aydınlatma"nın hemen arkasından kanalın girdiği haber aynen şöyleydi:

-İstanbul'da şiddetli bastıran sağanak yağıştan sonra bir binanın zemini kaydı!

Ne bu?

İzleyiciye, size neden güvenmemeleri gerektiğini mi ispatlamaya çalışıyorsunuz?

SORU-YORUM

Libya'da, Serrac'ın ateşkes ilanından ve Hafter yanlılarının da ayniyle cevap vermesinden sonra aklımdan geçebilen tek şey var; Askerlerimiz niye öldü?