İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu, "Biz aslında yüreğimizin bizi götürdüğü yere gidiyoruz. Ankara'ya vardığımızda maskeleri indirip bir de adalet bulaştırabilirsek onlara, görevimizi yapmış olacağız" diyerek çıkmıştı; Türkiye genelinde 50'den fazla baronun eşzamanlı olarak başlattığı "Savunma Yürüyüşü"ne.

An itibarıyla memlekete dalga dalga yayılan bir "adalet pandemisi"nden söz etmek mümkün olamasa da, yarı hedefe varmış sayılırlar. Zira, ne siyasi, ne mesleki hiçbir muhataplarının suratında maske bırakmadılar.

***

İstanbul'dan, İzmir'den, Antalya'dan, Tekirdağ'dan, Gaziantep'den, Adana'dan Ankara'ya kadar "güvenle yürüyebilmeleri" için onlara eşlik eden kolluk gücü, etten duvara dönüştü Ankara'da önlerine…

 

Onlar itilip kakılırken, birlik başkanları, beraberindeki 15 baroyla, kameralara poz vermekle meşguldü onların sokulmadığı Anıtkabir'de…

Yalnız bırakıldılar; "adalet virüsü" taşıyıcısıydılar; "sosyal mesafe"ye maruz bırakılmalıydılar!

***

İsyana mı kalkışmışlardı?

Hayır.

Ayaklanma mı başlatacaklardı?

Hayır.

En önemlisi, yasalar nezdinde "suç" muydu yaptıkları?

Hayır.

Tehlikede olduğuna inandıkları meslekleri ve meslek örgütlerini savunmak üzere "Anayasal hakları"nı kullanıyorlardı sadece.

Dağdan inen teröristin bile evine kadar davulla, zurnayla, emniyet kortejiyle götürüldüğü ülkede; yerlerde sürüklendiler.

***

Şöyle diyaloglara şahit oldu Türkiye;

Burası Cumhuriyet'in başkenti… Başkentime giremiyorum ben…

Kalkanları hazırlayın!

Nokta.

Bu görüntüler tarihe geçtikten sonra kimin hangi girişimi sonuç verirse versin, değil Ankara'ya girmelerine, Anıtkabir'e yürümelerine izin vermek, mozale başında basın açıklaması yaptırsanız, taleplerini minarelerden yayınlatsanız kâr etmez; işte bu "Yeni Türkiye" denen ucube;

İktidar var, muhalefet yok.

İddia var, savunma yok.

Hüküm/infaz var, yargı yok.

Tahakküm var; her an, her yerde, her durumda; "rıza" var m? Soran da, umursayan da yok.

Siyaset, medya, spor, sanat, yargı; bütün alanları "karşı taraf"sızlaştırmak amaçları.

***

Oturma eylemine başlamalarının ardından İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu'nu aradım. Hani olur ya, bir üstünü başını parçalama hissi gelir insana; tam o haldeydi. Günlerdir tekrarladığı kelimelerinin kiyafetsiz kalmasından yorulmuş, "Artık bağırmak istiyorum Selcan hanım, bağırmak istiyorum" diyordu; "60 Baro Başkanı Ankara'ya sokulmuyor. Ama biz burayı geçeceğiz. Geçmek zorundayız. Sabaha karşı da olsa, yarın da olsa geçeceğiz… Kendi anayasal hakkımızı koruyamazsak, başka hiçbir hakkı koruyamayız…"

Öyle ya, kim ciddiye alırdı "Kendini savunamayan savunma"yı!

***

Diğer illerden gelen meslektaşlarını karşılamak üzere "Ankara kapıları"nda bekleyen Ankara Barosu avukatlarından Şule Nazlıoğlu Erol'la konuştum. Öfkeliydi. Yok, bu az gelir. Çok öfkeliydi. "Savunmanın bağımsızlığı için böyle bir eylem yapılırken, TBB'yi temsil eden kişi, yanına 15 Baro Başkanını alıp Anıtkabir'e çıkıyor. Çok merak ediyorum hangi yüzle?" dedi.

Bir de tabii, bu hengamede baroların neden yürüdüğü, neye itiraz ettiği, amiyane tabirle "güme gitmemeli"ydi. "Çoklu baro"nun sosyal yapımıza uygun olmadığını vurgulayan Erol, kaygılarını bir çırpıda "Bu yöntem baroları siyasallaştırır. Adalet arayan vatandaş, "siyasi gücü" olduğunu düşündüğü baroya gider. Oradaki adam, bu gücü kullanır, vatandaşı dolandırır. Vatandaş harcanır" diye sıraladı.

"FETÖ borsası" kepazeliğine tanık olmuş bir ülkede haksız mı?

***

Kimsenin söyleyecek söz bulamadığı o arbede görüntülerinden sonra söyleyecek çok sözü olduğunu bildiğim bir hukukçuyu daha, günlerdir Yurt gazetesindeki köşesinde hem barolar, hem de barolar birliğine dair eleştiri ve özeleştirilerde bulunan Güneş Gürseler'i aradım.

Uzun yıllar baro başkanlığı ve TBB Genel Sekreterliği de yapan, birkaç yıl öncesine kadar mevcut yönetimde de yer alan Gürseler de, "Anıtkabir'e ve TBMM'ne ulaşmak isteyen baro başkanlarımızın ve meslektaşlarımızın Ankara girişinde maruz kaldıkları engelleme hiçbir şekilde kabul edilemez. Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu ve yargı erkinin kurucu unsuru olan barolarımızın başkanlarının en temel insan hakkı olan toplantı ve gösteri hakkını kullanırken şiddetle hırpalanmaları Anayasa'ya uluslararası sözleşmelere, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırıdır. Bu davranış iktidar sahiplerinin demokrasiden ne kadar uzak olduğunun açık bir göstergesidir" diye bildirdi tepkisini.

"Baro başkanlarının Anıtkabir'e ulaşmaları engellenirken Türkiye Barolar Birliği Başkanı'nın aynı dakikalarda bazı baro başkanları ile Anıtkabir'e gitmesinin hiçbir açıklaması olamaz" diyen Gürseler,  "Bu ayrıştırıcı görüntüyü vermek yerine Birlik Başkanı engellenen meslektaşlarımızın yanında olmalı tüm baro başkanları ile  Anıtkabir'e gitmeli, birleştirici olma görevini yerine getirmeli idi" ifadeleri kullandı.

***

Dünün en manidar cümleleriyse, yürüyüşe katılmayacağını açıklayan TBB Başkanı'nın aksine, meslektaşlarının yanında olan Başkan Yardımcısı Hüseyin Özbek'ten geldi:

"Bugün sıradan bir gün değil; Amasya Tamimi'nin 101. yılı. Amasya Tamimi'nin birinci maddesi "Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir" der. Üçüncü maddesi de "Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" der. Benim söyleyeceklerim bu kadar, gerisini size bırakıyorum…"