Üniversite öğrencisi Pınar Gültekin'in, Muğla'da, canavarca katledilmesinin ardından, "Sözleşmeye dokunmayın, kadınları yaşatın" manşetiyle çıkmıştı Karar gazetesi.

İstanbul Sözleşmesi'ne "muhafazakar mahalle(!)"den gelen böylesi bir sahiplenme övgüyle karşılanmıştı; her kesimden alkış almış, yere göğe konulamamışlardı.

Okumadan mı savundular

Aradan sadece birkaç hafta geçti; aynı gazetede "kadın"a dair öyle yazılar, yorumlar yayınlandı ki, "Acaba onlar da sözleşmeyi okumadan mı arkasında durdular" dedirtti!

Önce, Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağ'ın YÖK tarafından görevinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan "eşine özel öğretim görevlisi ilanına çıkma" olayının bütün suçu Rektör Bağ'ın eşine yüklendi. "4 çocuk annesi bir kadın olarak" evinde oturmak yerine ısrarla çalışmak istemekle eleştirildi.

Gazetenin -yazdıklarından sonra adını bu köşede anmak istemediğim- yazarına göre, "15 Temmuz"dan sonra 22 koltuğa birden oturan Rektör'ün giriştiği bütün yanlış uygulamaların sebebi, "kadının kariyer hevesi"ydi!

Bu mantıkla, Rektör Bey'in, Tarımsal Biyoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi tarlalarına kepçeyle dalma sebebi de, yerli tohum projesine, kepçeyi durdurmak için önüne yatacak kadar bağlı olan Prof. Dr. Fevziye Çelebi Toprak'ın "kariyer hevesi"ydi zahir!

Kan donduran satırlar

Yetmedi…

Aynı gazetenin, aynı yazarı dün öyle vicdan dışı, öyle acımasız, insanlığını sorgulatacak denli duyarsız ve öylesine kan donduran satırlara imza attı ki, o İstanbul Sözleşmesi manşeti hükmünü de, samimiyetini de tümden yitirdi.

Zira…

Karar yazarına göre, Gaziantep'te, dördüncü kattan düşerek ölen -aslında öldürülüp atıldığından şüphelenilen- 17 yaşındaki Duygu Delen'i öldüren asıl neden  "garsoniyere gitmesi"ydi!

Halbuki ne de edebiyle, namusuyla ne de güzel bir çocuk gelin olabilirdi!

"Duygu'yu evlendirmek isteselerdi, bu suçtu; yaşı tutmuyordu…  Evlilik karşıtı lobi hemen harekete geçer, iki tarafı da ölmeden beter hale düşürürdü. Bunun adı "çocuk evliliği" olurdu. "Çocuk gelin" tantanası alır yürürdü" diyen yazar, tazecik bir acının üzerinde tepinmekten çekinmeden "Duygunun eşinin olması, evinin olması, yuva kurması, adresinin belli olması suç; "erkek arkadaşı"nın olması, belirsiz adreslerde bulunması, (gâvurcasını yazalım: Garsoniyerde olması) mesele değil!"  yazabildi.

Ailesini de hedef aldı

Mideniz kaldıramadıysa bir lavabo molası verelim, "dayanırız" diyorsanız devam edelim…

Daha naaşı bile soğumamış 17 yaşında bir genç kız, bir kız çocuğu, "Katil şüphelisinin/zanlısının sözleri yakıcı: "Geride üç yıllık bir 'ilişki' var!" Yaş on dört: Bir, iki, üç ve dalya! Araya bir fâsıla girmiş ve ikilinin yan yana değil, peşpeşe girdikleri apartımanda ilişki ölümle bitmiş. Dikkat edin, oğlan kızı babasının evine götürmüyor! Cinayet işleyeceği "in"e götürüyor" cümlelerindeki bütün kirli imaların mezesi yapabildi.

Dahası var…

Ne zaman, hangi vesileyle olursa olsun, "Allah kimsenin başına vermesin" demeden anmadığımız o "evlat acısı" var ya; ona bile saygı göstermedi ve "Bu cinayette ailenin-ailelerin, hatta toplumun sorumluluğunu tamamen görmezden mi gelmeliyiz? Eğer aile âciz kalıyorsa, aileyi âciz düşüren sistemin, zihniyetin sorumluluğunu ne yapacağız?" Diye başladığı ahkamını "Ebeveyn çocuklarının fiillerinin ahlâkiliğinden sorumlu olmayacak mı?" diyerek, yaslı aileyi hedef alabildi.

Düşüncenin "şiddetle" ifadesi(!)

En trajikomik olan ne biliyor musunuz. "Vicdan" kavramına bu kadar uzak bir yazının "Vicdanı hayatımızdan çıkardık, sözlüklerde unuttuk" diye vicdan ahkamı keserek bitirilmesi…

Yaa… Öyle oldu değil mi? Çıkardık vicdanı hayatımızdan; bitti, gitti; hiçbir umarsızlığımız azap olarak dönmüyor artık geri!

***

"Kadına yönelik her türlü şiddet"in önlenmesi ve mücadelesine ilişkin olan, mücadele alanlarından birini de "erken yaşta evlendirilme" olarak ilan eden, "cinsiyet rolleri"ni şekillendiren düşünce kalıpları ve "sözde namus"* algısına da karşı duran İstanbul Sözleşmesi'ne kurumsal desteğini ilan eden Karar gazetesi "Basın özgürlüğü" kapsamında mı değerlendiriyor bu ifadeleri?

Bunlar da bir tür "ayrımcılık" ve "şiddet" değil mi?

Buram buram "sözde namus" algısının esiri kokmuyor mu her bir kelimesi?

*"Sözde namus" derken "namussuzlaşalım" değil dediğimiz (en azından benim dediğim); "kadını iffetsizleştiren şeylerin erkeğin elinin kiri" sayılmadığı, daha geniş, daha insani, daha adil bir düşünce dünyasına dönük bir itirazın ifadesi.