Mevlana,büyük mutasavvıf,gönül eğitimcisi,âlim ve eşsiz bir sanatkârdır.

Manzum eserleri Mesnevi ve Divan-ı Kebir’i binlerce beyit tutar.Buna rağmen o hiçbir zaman kendini şair olarak görmez. Yanıma gelen dostlarımın sıkılmaması, üzülmemesi için gönül almaya çalışıyorum ve onları meşgul etmek,oyalamak için şiir söylüyorum der.

Mevlânâ için şiir,gönlünde gizli olan mânâlar hazinesinin tılsımlı bir anahtarından başka bir şey değildir.

Önceleri bu anahtar kendi elinde olmadığı için,ruh dünyasında coşkun bir kükreyişe sahip olmasına rağmen,senelerce dışarıya hiçbir şey aksettirmedi.

Şems gelip bu tılsımlı anahtarı verdikten sonra,magma gibi hep kendi kendisini yakan bu ateş deryası,dil çözülüp kapı açılınca büyük bir coşkuyla dışa aksetmeye başladı.

    Sen kapları,testileri hele bir kır,

     Sular nasıl bir yol tutar,gider

     Hele birliğe ulaş,kavgayı,savaşı bırak

     Can nasıl koşar,bunu diğer canlara iletir  

diyen Mevlânâ coşkunluğu akılla yorumlayıp anlamak yerine,kalple hissedip tatmaya çalışmanın doğru olacağını,kalbim ebedi bir hazla bunu herkese duyuracağını ifade etti.

Yanardağlar gibi kendi içinde coşup kükreyerek seveni mutluluktan, sevmeyeni de hasetten yıkan Mevlânâ yirmi dört ayrı aruz kalıbı ile yirmi dört divanı dolduracak kadar çok gazel,kaside,mesnevi,rubai söyledi ve edebiyatımızın tek Divan-ı Kebir’i bu coşkun akışın neticesinde meydana geldi.

Tefekkürü ile bir insanda var olan hasselerinin (duyu) bütününü kucaklayan Mevlânâ insana hitap ederken onların bütün duygularını doyuracak manaları,herkesin anlayabileceği bir şekilde açık,yumuşak ve yer yer lâtifeye varan tatlı bir dille ifade etti.

Şiirlerinin değerini ve mana derinliğini Benim beytim beyit değil, ülkedir. Şakam olay değil,bir şey öğretmektir sözleri ile ifade ederken

Eserlerinden insanların istifadelerinin,onların eserlere bakış açılarına bağlı olduğunu da Bu kitap,masal diyenlere masaldır.Fakat kendi halini bu kitapta görebilene er denir. Der.

Şiirlerinde şekil üzerinde durmayıp,fikir ve muhtevaya ağırlık vermesinin yanında, devrinin şiir özelliklerine son derece hâkim olduğundan bütün şiirlerinde vezin,kafiye ve diğer şekil unsurlarını da ihmal etmedi.

Mevlânâ yeni,câzip ve zengin mecazlar kullanıp sözü ahenkli,sanatlı ve açık söyleme bakımından yalnız bizim edebiyatımızın değil,dünya edebiyatının da yetiştirdiği ve gurur duyduğu sayılı şairlerden biridir.Onun şiirlerinin gayesi insanı ve insanlığı yükseltmektir.Bir şair bu gayeye hizmet ettiği nispette sevilir ve ebedileşir. Mevlânâ öğütlerini şiirin altın tepsisi içinde sunmuştur.Tıpkı bir çocuk hasta olduğu zaman, mutlaka şurup içmesi gerekir ve ilaçtan nefret ediyorsa,doktorun o şurubu şerbet sürahisiyle vermesi çocuğun şerbet zannederek ilacı içip sağlığına kavuşması gibi.

İşte Mevlana’da insanları iyiliğe,güzelliğe,dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak olan bilgileri bize şiir tabletiyle verir.Bu ilacın muhtevası

Kura’anı Kerim âyetleri ve hadislerdir,dışındaki şekerli kaplama ise,şiir ve hikayedir.

Kura’anı Kerim’de ilahi hükümler anlatılırken sık sık hikayelere, peygamber kıssalarına yer verilir.Mevlana’da ayni üslubu tatbik eder. Birbiri içine girmiş yüzlerce hikaye anlatır.Fakat amacı bizlere masal anlatmak değildir.Kıssadan hisse almamızı sağlamaktır.

Mevlana aşk yolunda birazcık kabiliyeti olanların gönüllerindeki kıvılcımı yanar dağlara çevirmek için şiiri bir vasıta olarak kullanmıştır. Kendisinden yedi asır sonra gelen Necip Fazıl Kısakürek’in:

     Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış

     Marifet bu,gerisi yalnız çelik çomakmış

Sözlerinde olduğu gibi Mevlânâ’nın asıl sanatı gönüllere hitap etmektir. Yoksa,vezinli ve kafiyeli sözler söylemek,şairlik dehasını ortaya koymak değildir.

Bu ulvi gayede Mevlânâ hedefine ulaşmış ve ulaşmaya devam edecektir.

Eserleriyle doğru yolu arayanlara yol gösterecek,onlara önderlik edecektir.