Halide HALİD

Araştırmacı yazar                                  

Türkçülük ideolojileri ve kamuoyunun rönösansı 20. yüzyılın başlarında dünyada meydana gelen olaylarla ilişkilendirilmiştir.

Rusya'da meydana gelen devrimler sonucunda Türkçülük ideolojisi önce Rusya'da ortaya çıkmış, daha sonra Türkiye'ye intikal etmiştir.

20. yüzyılın başından itibaren Türk halkları arasında kendini tanıma ve özüne geri dönme eğilimleri güçlenmeye başladı.

Bu uyanış kendini daha çok Rusya'da gösterdi.

Bu dönemde Rusya'da 196 Türkçe konuşan halk yaşıyordu. Bu nedenle Rusya, Türk ideolojilerinin merkezi olarak kabul edilmişti.

Türkçülük nedir?

Türkçülük, "Türk birliği" ilkesiyle hareket eden ve dünyadaki tüm Türkleri milli düşünce ve duygular etrafında birleştirmeyi amaçlayan siyasi bir akım olarak nitelendiriliyor.

Türklük, her Türk'ün ahlakında şekillenmelidir.

Türkçülük başka milletlere düşmanlık demek değildir. Bazı eleştirmenler tarafından genellikle yanlış tanıtılır. Ama bu büyük bir hata. Türkçülüğün anlamını bilen insan, milletine saygı gösteren milletlere değer vermeli ve Türk'ün büyüklüğünü daima hissetmelidir.

Ziya Gökalp "Türklüğün Temeli" adlı kitabında şöyle yazmıştır: "... Türk tarihi baştan sona bir manevi üstünlükler sergisidir. ... Vatan ahlakı, meslek ahlakı, aile ahlakı, cinsel ahlak , kültürel ahlak (kişisel ahlak), uluslararası ahlak."

Gökalp'in bahsettiği bu ahlaki nitelikler, tarih boyunca yiğitliği ve cömertliğiyle diğer milletlere örnek olmuş Türk'e aittir. Her Türk bu nitelikleri geliştirmelidir. Bu nitelikler her Türk ailesine aşılanmalıdır.

Ne yazık ki çağımızda bu ahlaki nitelikler yeterince aşılanmıyor, hatta unutuldu diyebilirim.

Türklüğe değer veren her Türk evladı bu niteliklerin yok edilmesine izin vermemeli, elinden geldiğince bu yönde mücadele etmelidir.

Bugün Türk-İslam coğrafyasında çeşitli gerilimler ve karşılıklı yanlış anlaşılmalar yaşanıyor. Türk-İslam aleminde olması gereken birlik ve eşitlik yoktur.

Bu da bir takım sorunların temeli hazırlandığında bu sorunları çözmez aksine daha da zorlaşmasına neden olur.

Bu durumun son bulması, Müslümanların ve diğer tüm toplumların huzura, güvene ve uzlaşıya kavuşması için Türk-İslam aleminde sağlıklı bir birlikteliğin tesis edilmesi çok önemlidir.

Bir milletin yaşayabilmesi için, bu milletten bir bireyin kendi kişisel siyasi fikirlerinden daha üstün bir fikre - milli birlik fikrine - inanması gerekir.

Her Türk milli birlik kavramına canı gönülden inanmalı ve bu doğrultuda gerekli mücadeleyi vermelidir. Biz çok iyi biliyoruz ki Türkler dünyanın çok geniş coğrafyalarında yaşayan milletlerden biridir.

Türkler, Doğu Sibirya Denizi'nden Beyaz Deniz'e, Himalayalar'dan İdil Nehri bölgesine kadar geniş bir coğrafyada yerel halk olarak yaşamaktadır.

Bu genişlikte yaşayan bir milletin millet olarak birleşmemesi günahtır. Bu birliğin temeli, kardeş Türk halklarının birbirine çıkar güdmeksizin güveni olmalıdır.

Kardeş millet olarak bütün Türkler aynı zindana çekiç vurmalı, Türk'ün büyüklüğü dilini açtığı günden itibaren bebeğe aşılanmalı, ona saygı gösteren milletlere de saygı göstermelidir.

 Eğer böyle olursa diğer milletler (Türklerin varlığını sindiremeyen milletler) milli birliğimize bir nebze olsun engel olamazlar.

20. yüzyılın başında ünlü Türk tarihçi Basim Atalay, insanlık tarihinde ne kadar leke varsa, onları Türkler adına yazmaya çalıştıklarını yazmıştır. Türk generallerini kana susamış ve barbar olarak tanımlayanlar, tarih boyu kendi yaptıkları cinayetleri sessizce halının altına gömdüklerını vurğulamıştır.

Tarihçi diyor:  "Cengiz Han sadece kılıçla iş yapmadı. Ülkesi için kanunlar belirlemesi gerektiğini bilen bir hükümdar asla cahil ve kaba olamaz. Türk milleti, atılan iftira ve iftiralara rağmen çok eski çağlardan beri insanlık kültürünün öncüsü olmuş, anlayışı ve yenilmezliği ile dünyayı hayretler içinde bırakmıştır. Tarihte Türkler kadar hükmeden, hanlıklar kuran, şan ve şeref kazanan bir millet olmamıştır. Ne kadar övünürlerse övünsünler, onların bir yeri var."

Evet TÜRK, tarihin çalkantılarından bu günlere gelmiş bir millettir. Bu milleti parayla, malla satın almak mümkün değil.

Bugün TÜRKÇÜLÜK günü. Bugün, Türklüğüne derinden bağlı her TÜRK'ün günüdür.

Günümüzün tarihi, Türkiye'de komünizm ideolojisinin yayılmasına ve milli düşüncenin bastırılmasına karşı milliyetçi aydınların mücadelesi ile ilgilidir.

Bu aydınlardan Nihal Atsız'ın tutuklanmasıyla başlayan hareket, Türkiye tarihinin en büyük anti-komünist hareketi olarak anılıyor.

3 Mayıs tarihinde Nihal Atsız da çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Bir kişinin hücrelerine güçlükle sığabileceği bir hapishaneye gönderilir ve bu nedenle oraya "tabut" denir. Yıllar sonra Atsız o günleri hatırlayarak şunları yazdı:

"3 Mayıs Türklük tarihinde bir dönüm noktasıdır. O zamana kadar sadece bir duygu ve düşünce olan, edebî ve ilmî sınırları aşmayan Türkçülük, birdenbire geniş bir akıma dönüştü. Bundan sonra 3 Mayıs Türklerin günüdür. Buna tatil diyemeyiz. Çünkü yıllarca sürecek büyük ıstırabımız o gün başladı. Onun için yas tutmak kabul edilemez. Çünkü o gün bize tüm zorlukların ortasında büyük bir imtihan verme, kalpsizlerle kalpsizleri kocalar alanında imtihan etme, iyiyi kötüyü ayırt etme fırsatı verdi. TÜRKLER! Toplu ya da bireysel olarak 3 Mayıs'ı kutlayalım."

29 Mart 1945'e kadar süren davada Türk siyasetinin 23 önemli ismi hakkında "vatan hainliği" suçlamasıyla tutuklama kararı verildi.

Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Bariman, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sanchar, Cebbar Şenel, Cemal Oğuz Öcal gibi vatanseverler cezaevlerinde ağır işkenceler görüyor.

Tutukluların haklarını koruyan avukatlar mücadeleyi bırakmıyor. Aydınların tahliyesi için üst mahkemelere başvuruyorlar.

Böylece 31 Mart 1947'de hükümlüler beraat edıyorlar.

Türkçülük günün  kutlu olsun EY TÜRK OĞLU TÜRK!