Eğitim felsefesi anlamında yeni bir kuram ortaya atacak değilim. Amacım, herkesin anlayacağı şekilde literatürde yer alan bilgilere dayalı olarak farklı bakış açılarını berkitmek ve hedef kitlede bir farkındalık düzeyi oluşturmak. Haydin mevzuya iki temel bakış açısını inceleyerek başlayalım. Eğitim-öğretim hakkında düşünce ve yorum üretebilmek için eğitim-öğretim kavramlarını, aralarındaki farkı ve bilimsel çevrenini bilmek zorunda mıyız? Konuyla ilgili teori ve pratik arasında büyüyen uçurumun akıbeti hakkında bir önsezimiz, görümüz veya çözüm önerimiz var mı? –Biraz doktorların kullandığı Latince kelime ve deyimler gibi olacak ama- onto-epistemolojiyi (varlık ve bilgi arasında kurulu diyalektik dengeyi) eğitim felsefesinde okumaya, incelemeye ve yorumlamaya çalışsak acaba uçurum kapanır mı? Yahut hiç böyle bir zahmete girmeden sosyal medyada ülkenin eğitim politikasıyla ilgili güzellemeler yapmaya devam mı edelim? Sorular benden, cevaplar sizden. Ben birinci soruyu cevaplamayı tercih ederek, birinci soruyu tercih edenlerle konuyu konuşacağım. Tabii ki de başta verdiğim söze sadık kalarak; yalın bir dille…

 

  • Karşımızda bir insan olduğunu kabul ettiğimiz yerden devam edersek, çocuk veya hadi diyelim öğrenci, ebeveyninin kişisel ve sosyal yaşam deneyimini saklayacak bir flash disk de değildir. Yeni nesil kavramı, milli kültür bilincinden alt kültür deneyimlerine değin bütün kültür bakiyesini tanımadan, incelemeden, sentezden geçirmeden ve kendi tarihsel deneyimi içinde özge şekilde yeni bir dille ifade etme özgürlüğünü tecrübe etmeden kabaca taşımak ve aktarmaya yarayan aracı bir aygıt değildir. Böylesi bir yaklaşım sadece robotların hüküm sürdüğü bir distopya kurmaya yarar; medeniyetin kurucu unsurlarına dayanarak geliştirmeye değil. Ebeveynlerin kişisel deneyimlerini, hazlarını, tarzlarını ve duyuşlarını çocuklarının yaşam levhasına didaktik şekilde yazma girişimi, onların yaşam haklarını çalmak gibi duygusal ve hayati bir hatayı beraberinde getirir. Bunun yerine çocuklarda kişilik ve karakter yapısını geliştirmek, parmak izindeki fark gibi kişisel ve varoluşsal deneyimini özgeleştirmesine destekleyici olmak daha doğru bir yaklaşım tarzı olacaktır. Şöyle düşünelim: güneş dünya küresini besler. Hiçbirimiz evimizi aydınlatmak ve ısıtmak için güneşi kişisel yaşam alanımıza –fiziksel olarak-sığdırmayız. Tarih ve medeniyeti muhtevi değerlerimiz de –tabiri caizse- güneş gibidir. Biz yaşama devam ettiğimiz sürece bizi beslemeyi sürdürür. Evrensel değerlerimizin gelecek nesillere aktarılması konusundaki kaygılarımızı durup biraz dinlersek, aslında paniğe kapılmayı gerektirecek bir risk olmadığını rahatlıkla görürüz. Yaratıcının insanlığa mesajını, evrensel değerleri ve hayatın anlamını kişisel bakış açımıza indirgeyip her şeyi dramatize ederek anlamı tekelleştirmek, pragmatizmin nihilizmle sonuçlanması gibi bir sonucu ortaya çıkarır. Öznelliğimize, kişisel değer yargılarımıza ve akışkan veya donuk kabullerimize hitap etmeyen şey anlamsızlaşır ve değersiz hale gelir. Bir çocuğun eli ebeveyninin elinden fiziksel olarak küçük olabilir. Fakat bu, çocuğun elsiz olduğu anlamına gelmez. O yüzden çocuklarımıza yaratıcının bizlere birer emaneti olarak bakmalı; bu emaneti küçümsememeli, eksik veya kusur kaderi şeklinde bakmamalı ve onları her şeyiyle kabul ederek dürüst ve hakkaniyetli bir rehber olmalıyız.

 

‘’Doğan her çocuk Tanrı’nın insandan ümidini kesmediğinin bir işaretidir.’’ Tagor

 

Devam edeceğiz… Veliler, orada mısınız?