Acaba bilmeyiz mi ki bir daha giden zaman bize geri verilmeyecek? Neden bile bile hatalar yaparız ya da neden bile bile mutsuzluğu seçeriz, onu da bilemem, anlam veremem. Eskideki mutlulukları, saygıyı, sevgiyi, aileyi çok özlüyorum. O zamanlar, insanlar bir arada olur, bir şeyler paylaşırdı; şimdi ise aile içindeki bireyler birbirini görmüyor. Ne üzücüdür ki, bizim için kıymetli olan saatlerimizi ve dakikalarımızı gereksiz, boş şeylere harcıyoruz.
Her sabah, aynı evin kapısından adım atıp, her akşam o kapıdan tekrar içeri girdiğimizde, evin içindeki dünyalar birer yolculuğa dönüşür. Aynı çatı altında birlikte yaşadığımız aile bireylerimizle paylaştığımız zaman, çoğu zaman sadece fiziksel bir yakınlık olmaktan öteye gitmez. Her birey, kendi dünyasında, kendi hayallerinde ve kendi dertleriyle var olurken, evin içinde geçirdiğimiz zaman, bazen sadece bir mekan paylaşımına indirgenir. Bir evin dört duvarı, kimimizin için huzurun simgesi olurken, kimimizin ruhunu daraltan bir hapishaneye dönüşebilir. Aynı evde, farklı dünyalarda yaşamak, belki de çağımızın en belirgin yalnızlıklarından biridir.
Fiziksel Yakınlık, Duygusal Uzaklık
Aynı evde birlikte yaşayan bireylerin, aynı havayı soluyor olmalarına rağmen birbirlerine uzaklaşmaları, derin bir ironidir. Anne-baba, kardeşler, eşler; aynı sofrada otururlar, aynı odalarda vakit geçirirler fakat çoğu zaman birbirlerinin dünyasına tam anlamıyla adım atmazlar. Kimi zaman bir telefonun ekranı, kimisi için televizyonun açılması, kimisi için ise sadece kendi düşüncelerine dalmak, evin içindeki bu görünmeyen duvarları daha da pekiştirir.
Çoğu insan, evde birlikte yaşadığı kişilere, sadece fiziksel olarak var olduklarında değil, duygusal olarak da "burada" olduklarında değer verir. Ancak teknoloji, iş stresi, kişisel hedefler ve sosyal baskılar arasında kaybolan bireyler, birbirlerinin hayatlarında gerçekte neler olup bittiğini sorgulamaz hale gelirler. Hangi sabah hastalıkla uyanan birini kimse fark etmez, hangi akşam birinin sevdiği şarkı, evin duvarlarında yankı bulmaz. Aynı evde farklı dünyalarda yaşayan insanlar, birbirlerinin sesini duyarlar ama duymazlar; gözlerinin içine bakarlar, ama bakmazlar.
Çok isterdim şimdi löküs lambasının ışığında gölge oyunu oynamayı, ne çok isterdim 5 taş oynamayı. Televizyonlar ve telefonlar çıktı, aile bireyleri birbirini tanımaz oldu. Akrabalık ilişkileri, örf ve adetler unutuldu; saygı, sevgi, anlayış yok oldu gitti. Aynı çatının altında iki yabancı olduk aile bireylerine.
Farklı Dünyalar: Kendi Gerçekliklerimiz
Her birey, farklı bir gerçeklikte yaşar. Bir ailenin içinde, her birey kendi özlemleri, kaygıları, mutlulukları ve travmalarıyla ayrı bir evrenin parçasıdır. Çocuklar, büyüdükçe kendi dünyalarını kurarlar; gençler kimlik arayışına girer, ebeveynler ise kendi hayatlarını sürdürürken, evdeki kalabalık bir sessizliğe dönüşebilir. Bir evin içindeki her birey, yalnızca fiziksel varlıklarıyla değil, aynı zamanda bireysel zihinleriyle de birer dünyadır. Bu dünyalar bazen kesişir, bazen de birbirine paralel ilerler.
Bir anne, evdeki işleri yaparken, zaman zaman yalnız hissedebilir, çünkü çevresindekiler onun içsel dünyasına adım atmazlar. Çocukları, kendi oyunlarında kaybolmuşken, bir eş, günlük sorumluluklar içinde kaybolur, duygusal ihtiyaçları ihmal edilir. Bazen herkesin kendi dünyasında var olması, evdeki gerilimleri artırır. Evde aynı duyguyu paylaşıyor gibi görünmek, ama aslında kimsenin kimseyi anlamadığını hissetmek, insanın en derin yalnızlıklarından biridir.
Kendimize Ne Kadar Yakınız?
Bir evin içinde birbirimizi ne kadar tanıyoruz? Ne zaman son kez, "nasılsın?" diye sorduk ve gerçekten cevabını aldık? Aile içindeki bu duygusal mesafeyi azaltmak, belki de kendimize dönmeyi gerektiriyor. Hepimiz, yaşamın içinde kendi derinliklerimizle baş başa kalıyoruz. Ama belki de, aynı evin içinde birbirimizi tanımadığımız sürece, dış dünyadan kaçarken en büyük kaybı yaşıyoruz: O, ailedeki samimi ve derin bağları kurmuyoruz.
Evet, her birey kendi yolunda ilerlerken, bazen evin içindeki sessizlik, birer kaçış noktasına dönüşür. Fakat bu, aynı zamanda aileyi birbirinden uzaklaştıran bir girdap olabilir. Aile, yalnızca birlikte yemek yemek veya tatilleri kutlamak değil, aynı zamanda birbirimizin dünyasına dokunmak, birbirimizin içsel dünyasına girmeye cesaret etmektir. Birbirimize sadece fiziksel olarak değil, duygusal olarak da yakın olmak, aslında en derin bağları kurmanın tek yoludur.
Ev, Bize Hangi "Biz"i Sunuyor?
Aynı evde birlikte yaşamanın anlamı, sadece bir çatının altında toplamakla bitmez. Her birey, kendi yolculuğunda bir süreliğine "ev"de dinlenmeye gelir; ama evin içindeki biz, gerçekten "biz" midir? Bazen evdeki herkes, birer yabancı gibi hissedebilir. Ama belki de bu yabancılığa bir adım atmak, evin dört duvarı arasında yeniden bir ortak dil kurmak, birbirimizi görmek, dinlemek ve anlamak, en zor ama en değerli yoldur.
Ev, yalnızca bir mekân değil, ruhların buluştuğu, hayatların paylaşıldığı bir yer olmalı. Birlikte yaşadığımız kişilerin sadece varlıklarını değil, derinliklerini de keşfetmeliyiz. Bu, sadece onları tanımakla kalmayıp, aynı zamanda onlarla yeniden bağ kurmak, acılarını, sevinçlerini, korkularını ve umutlarını anlamaktır. Aynı evde, farklı dünyalarda yaşamak yerine, aynı evde bir bütün olabilmek, belki de en büyük mutluluk ve huzur kaynağımız olacaktır.
Yeniden Buluşmak
Aileler, birer göçebe gibi birbirinden uzaklaşmışken, belki de en çok ihtiyacımız olan şey, birbirimize geri dönmektir. Aynı evin içinde farklı dünyalarda yaşamayı bırakıp, "biz" olabilmek… Evet, hayatın karmaşası içinde her bireyin farklı bir yolu olabilir, ancak bir evin içinde, bu farklılıkları bir araya getirebilmek, bir ailenin en büyük gücü olacaktır. Gerçekten görmek, dinlemek, ve birlikte bir anlam inşa etmek… Belki de yalnızca bu şekilde, her birey, evdeki en değerli dünyasını başkalarına açabilir.