Bir caddeden geçerken insanların telaşını izlediniz mi hiç? Herkes bir yerlere yetişiyor, biri telefonda gülüyor, diğeri pencereden dışarı bakıyor, biri elinde kahvesiyle hızlı adımlarla yürüyor. Ama durup biraz dikkatli bakınca fark ediyorsunuz: Kalabalığın ortasında kimsesiz duran yüzler var. Gözleri dolmuş ama gülümseyen dudaklar. İşte tam da orada başlıyor yalnızlık.
Artık yalnızlık sessiz bir köşeye çekilmek değil. O eski yalnızlık, bir kitapla baş başa kalmak ya da deniz kenarında düşüncelere dalmaktı. Şimdi ise yanı başımızdaki insanların arasında bile kendimizi yabancı hissettiğimiz bir çağın yalnızlığındayız. Sosyal medya hesaplarımız kalabalık, ekranlar dolu dolu; ama kalbimizde boşluk var. Her şeyin "paylaşılır" olduğu bir dönemde, kendimizi paylaşmaya çekinir hale geldik.
Konuşuyoruz ama anlaşılmıyoruz. Gülüyoruz ama hissetmiyoruz. Kalabalık bir masada oturuyoruz ama ruhumuz bir başka yerde geziyor. Yalnızlık artık bir mekân değil, bir hâl oldu. Yan yana ama uzak, yakın ama kopuk…
Bazen bir selam, bazen samimi bir “Nasılsın?” bile yeter. Ama kimse cesaret edip sormuyor. Çünkü insanlar başkalarının acılarına kulak vermek istemiyor. Herkesin yükü ağır, kimse bir başkasının yüküne omuz vermeye yanaşmıyor.
Ama unutmayalım, yalnızlık bulaşıcıdır. Bugün görmezden geldiğimiz bir yüz, yarın aynaya baktığımızda bizim yüzümüz olabilir.
Gerçek kalabalık, anlayan bir yürekle olur. Gerçek dostluk, yalnız bırakmamakla başlar. Belki de bu yazıyı okuyan sen… Evet, tam da sen… Birinin yalnızlığını fark edebilirsin bugün. Belki tek bir cümleyle, tek bir mesajla. Küçücük bir adım, koca bir yalnızlığı yıkabilir.
Çünkü bazen bir insanın kalabalığı, sadece bir başka insandır.