Denizin ılık rüzgarı yüzüme vururken, gözlerimi kapatıyorum. Gökyüzü, maviliğini denize ödünç vermiş sanki… Ufuk çizgisi silinmiş, gök ve su birbirine karışmış. Dalga sesleri, kıyıdaki taşlara usulca çarparken bir ninni gibi kulağıma doluyor. Sanki doğa bana, “Buradayım, sakin ol” diyor.

Ayaklarımın altında çimenler. Islak ve taze. Otların yemyeşil rengi gözlerimi alıyor. O renk, sadece ilkbahara ait bir yeşil. Ne yazın kuruluğu var içinde, ne sonbaharın hüznü. Umut var, yenilik var, baştan başlama cesareti var. Gözümün ucunda dans eden papatyalar, doğanın tebessümü gibi. Ne kadar küçük, bir o kadar kıymetliler…

Kuş sesleri sarıyor etrafı. Sanki hepsi bir orkestranın üyesi gibi. Her biri farklı tonda ama aynı melodide… Baharın geldiğini haber veriyorlar. İçimde hiç tanımadığım bir huzur beliriyor. Sanki yavaşlamam gerektiğini fısıldıyor evren. “Koşma” diyor, “biraz dur, bak, hisset…”

Ve ben duruyorum. Düşünmeden, acele etmeden, plan yapmadan… Sadece var olarak. Bir insanın doğayla bu kadar bütünleştiği anlar çok azdır. Belki de bu yüzden özel. Belki de bu yüzden anlamlı.

Hayatın karmaşası içinde sık sık unuttuğumuz bir şey var: Hissederek yaşamak. Sadece nefes almak değil, o nefesi gerçekten duymak. Kuş seslerini duymak, yeşilin tonlarına hayran kalmak, dalga sesinde kaybolmak... Bunlar lüks değil; ruhumuzun gıdası.

Bahar bir mevsim değil sadece. Bir hatırlatmadır. Umudu, yeniden başlamayı, bırakmayı, affetmeyi, kabullenmeyi hatırlatır. Ve biz fark etmeden, her yıl yeniden başlar doğa… Bizim de yeniden başlamaya hakkımız yok mu?

Bugün, bir şey yap. Kulağını rüzgara ver, gözünü gökyüzüne çevir. Bir kuşun sesine eşlik et içinden. Ve sadece hisset… Çünkü bazen en derin şifa, doğanın sessizliğinde saklıdır.