Bazen sadece yorgun hissettiğimizi söyleriz ama aslında kastettiğimiz şey yorgunluktan çok daha fazlasıdır.
Bu öyle bir yorgunluktur ki; beden değil, kalp taşır yükünü. Çünkü insanı en çok bitiren şey, emeğinin fark edilmemesidir. Gözünün içine baka baka görmezden gelinmek, varlığıyla yokluğu arasında hiç fark olmaması… İşte en çok da bu içten içe tüketir insanı.
Bir masayı donatmak kolaydır ama kimse o masaya kadar geçen çabayı görmez. Kimse gece uykusuz kalıp düşüneni, ter içinde çalışanı, bir sözüyle bir başkasını ayağa kaldıranı fark etmez. Çünkü bazı emekler sessizdir. Gösterişsizdir. Belki alkış beklemez ama bir “fark ettim” cümlesine ihtiyaç duyar.
Ne garip değil mi?
Kimi insanlar iki adım atsak sırtımızı sıvazlar, “helal olsun” der… Kimi insanlar ise yüz adım gitsek bile başını çevirip bakmaz bile. Oysa insan sadece çabasının karşılığını maddiyatla değil, takdirle, anlayışla, kıymet bilinmekle ölçer. Ve görülmediği yerde yavaş yavaş silinir. Sessizleşir. Uzaklaşır.
Emeğin kıymeti, insanın kıymetidir aslında. Bir annenin sabaha kadar başucunda beklediği hasta çocuğu için, bir babanın alın teriyle eve taşıdığı ekmek için, bir öğretmenin gözlerinden okunan umut için… Bütün bu çabalar, sadece “görülmek” ister. Küçük bir teşekkür, içten bir takdir, bazen ayakta tutar en bitkin ruhu bile.
Bir düşünelim…
Hayatımızda bize emek veren kaç kişiye son zamanlarda “Teşekkür ederim” dedik?
Kaç kişinin yükünü paylaştık?
Ve kaç kişiye “Seni görüyorum, değer veriyorum” hissini hissettirebildik?
Görmek, sadece gözle olmaz. Kalple bakmak gerekir. Anlamak gerekir. Ve insanı en çok iyileştiren şey, anlaşıldığını bilmektir. En derin yorgunluklar bile o zaman hafifler.
Çünkü unutmayalım:
Emeğin görülmediği yerde yorgunluk artar…
Ama emeğin değer bulduğu yerde, yorgunluk bile bir gurura dönüşür.