Ne zaman yorulsam, içim daralsa, her şey üzerime üzerime gelse...
Toprağa basmak isterim. Ayakkabılarımı çıkarıp çimenin serinliğine dokunmak, bir ağacın gövdesine yaslanmak, başımı göğe kaldırıp sessizce bir bulutu izlemek... Çünkü doğa, konuşmadan anlatır. Öğretir ama bağırarak değil, fısıldayarak.
Bir ağaca bak mesela. Hiç şikâyet eder mi dallarının kırılmasından, yapraklarının dökülmesinden? Bilir çünkü, yeniden yeşereceğini. Biz ise bir kaybın ardından yerimizden kalkamaz oluruz. Oysa doğa der ki: “Dökülmek, yeniden filizlenmenin başlangıcıdır.”
Ya da bir nehir... Önüne ne çıkarsa çıksın, akmayı bırakmaz. Kayaya çarpar, kıyıya yaslanır, ama bir yolunu bulur ve devam eder. Sabırla, sessizce... Bize de öğretmez mi bu? Her engelin önünde durmak değil mesele. Bazen sadece yön değiştirmektir çözüm.
Küçücük bir karıncaya bak. Boyundan büyük yükler taşır ama pes etmez. Tek başına görünür ama hep bir topluluğun parçasıdır. Dayanışmanın, sessiz çalışmanın, vazgeçmemenin canlı örneğidir. Onu izlediğinde sormadan edemezsin: “Ben de böyle mücadele ediyor muyum?”
Gökyüzü... Her gün değişir ama hiçbir zaman güzelliğinden ödün vermez. Bulutlu olur, güneşli olur, gri olur... Ama o hep oradadır. Olduğu haliyle. Bize de öğretmez mi bu? Kendimizi her zaman mükemmel hissetmek zorunda değiliz. Ama varlığımız bile kıymetlidir.
Doğa bize, acele etmeden ilerlemeyi, kök salmayı, düşüp kalkmayı, rüzgârla savrulmayı ama yeniden dik durmayı öğretir. Biz ise çoğu zaman kulaklarımızı kapatır, kendi iç sesimize bile yabancılaşırız. Oysa sadece bir ağaçla göz göze gelmek bile yetebilir içimizdeki sessizliği hatırlamaya.
Şehirler büyürken, biz küçülüyoruz. Ekranlara gömülürken, gökyüzünü unutuyoruz. Oysa toprağa değen her adım, bize insan olduğumuzu hatırlatır. Çünkü doğa, sadece var olmakla bile şifa verir. Sessizliğiyle sarmalar, sabrıyla yol gösterir.
İnsanın doğadan öğreneceği çok şey var. Ama önce susmayı öğrenmeli... Çünkü bazı dersler, sadece sessizlikte duyulur.