Hayatın en acı tarafı da bu zaten: Ne zaman biteceğini kimse bilmiyor.

Hayatın en acı tarafı da bu zaten: Ne zaman biteceğini kimse bilmiyor.

Bir sabah kalkıyorsun, her şey yerli yerinde. Sevdiklerin yanın­da, ekmeğin soğumadan masada, kahven hâlâ sıcak. Bir şeyler planlıyorsun, ileriye dair konuşuyorsun. “Yarın yaparız, sonra görüşürüz, bayramda uğrarız” diyorsun…
Ama o “yarın” bazen hiç gelmiyor.
Ve koskoca bir ömür, sadece iki satıra sığıyor.
“Doğum tarihi – Ölüm tarihi”
Aradaki tire… Tüm hayat bu kadar. O tireye ne sığdırdıysan, o kalıyor geride.

Birinin sesini duymak istersin, ama artık telefon çalmaz.
Sarılmak istersin, ama artık kollar boş kalır.
Gönlünü almak istersin, ama artık geçtir…
Çünkü o artık yoktur.

O yüzden kimseyi kırma, kırgınsan da tutma içinde. Özür dilemek için gurur yapma. Seviyorsan söyle, özlediysen aramak için bahaneye gerek arama. Zamanı bekleme… Çünkü zaman, bizi kimseye borçlu kalmadan yakalayacak.
Hayat kimseye torpil geçmiyor.
Zengini, fakiri, yaşlısı, genci fark etmiyor.
Herkesin sonu aynı: Bir gün varsa, ertesi gün olmayabilir.

Şunu unutma:
Kurduğun cümle son olabilir.
Yaptığın veda, son sarılış olabilir.
O yüzden ne yapacaksan içten yap.
Ne diyeceksen gerçekten söyle.
Ve seviyorsan, geç kalma…

Çünkü hayat, iki satırlık bir finalin içinde yaşanıyor.
Ve o final geldiğinde, geriye sadece "keşke"ler değil, "iyi ki"ler kalsın...