Bir çocuğun eline dikkatlice bakın. Ufacık, narin, tertemiz… Ama o küçük ellerin tuttuğu bir boya kalemi, bir hayalin ilk adımı olabilir. O minicik parmaklar, bir gün bir enstrümana, bir kitaba, bir hayata dokunabilir. Belki bir uçurtmanın ipine tutunur, belki de bir kalbin…

Çocuklar, dünyaya gelmiş tertemiz sayfalardır. Onlara ne yazarsak onu okurlar, ne verirsek onu büyütürler. Ama en çok da neye inandırırsak onu hayal ederler. Ve bazen, bir çocuğun kurduğu hayal, bir yetişkinin yıllardır kuramadığı köprüleri inşa eder.

Biz büyüdükçe hayallerimizi küçültürüz. Hesap yaparız, risk düşünürüz, “ya olmazsa” deriz. Ama çocuklar öyle mi? Onlar “olursa ne güzel olur” derler. Onlar için imkânsız, sadece kelime dağarcığında yer alan bir sözcüktür; gerçek hayatta karşılığı yoktur.
Bir çocuk, “Ben astronot olacağım” dediğinde, gülümseyerek başını okşamak yerine, “Neden olmasın?” diyebilsek…
“Ben ressam olacağım” dediğinde, “Ama o işte para yok” demek yerine, “Renklerini göster bana” diyebilsek…

Küçük elleri tutarken büyük hayallere saygı duymayı öğrenmeliyiz. Belki bizim o çok ciddi hayatlarımızın en büyük eksiği, bir çocuğun kurduğu hayali ciddiye almamış olmamızdır. Halbuki bir çocuk için birinin onu dinlemesi, yargılamadan hayaline ortak olması, dünyalara bedel bir armağandır.

Unutmayalım…
Bir çocuğun “oyun” dediği şey, aslında bir dünya kurma şeklidir.
Bir çocuğun “çizim” dediği şey, içindeki haykırışın renge dönüşmüş halidir.
Ve bir çocuğun “hayal” dediği şey, belki de yarının gerçeğidir.

O yüzden…
O küçük ellerin çizdiği ev resmi yamuk da olsa, içinde hayal ettikleri mutluluğu görebiliyorsak ne mutlu bize.
Çünkü o ev, bir gün gerçek olur.
Ve o küçük eller, bir gün dünyayı değiştirir.