Eskiden ahlak, bir mahallenin ortak sesi gibiydi. Herkes birbirine benzer değerlerle yaşar, büyüğe saygı, küçüğe sevgi sadece nasihatlerde değil, sokakta da yaşanırdı.
Hatalar uyarılır, iyilik takdir edilirdi. Şimdi ise… şimdi herkes kendi doğrusunu cebine koyup yürüyüp gidiyor.
Zaman değişti, elbette ahlak da onunla birlikte evrildi. Ama evrilmek her zaman gelişmek anlamına gelmiyor. Çünkü bir zamanlar utanılacak şeyler şimdi alkışlanıyor; bir zamanlar örnek gösterilen tavırlar ise "eski kafalı" diye küçümseniyor.
Artık çok kişi için “ahlak”, yalnızca başkası yaptığı zaman yanlış olan bir şey. Kendisi yapınca hak, başkası yapınca ayıp. Ne acı değil mi? Hepimiz doğru bildiğimiz ama işimize gelmeyen ne varsa esnetip duruyoruz.
Sosyal medyada "doğru" gibi sunulanlar, ekranlardan pompalanan yaşam şekilleri, "sen merkezli" düşünce sistemi, insanı yalnızca kendi rahatını düşünen bir canlıya çevirdi. Ahlak, toplumu bir arada tutan görünmez bir bağdı. Şimdi o bağ esnedi, inceldi... belki de kopmak üzere.
Ama yine de umut var. Çünkü hâlâ bir çocuğun düşen oyuncağını kaldıran biri var. Hâlâ markette yaşlı birine yer veren, sokakta hayvana su koyan, elindeki imkânı başkasıyla paylaşan insanlar var. Onlar küçük gibi görünen ama büyük ahlaki duruşların temsilcisi.
Modern dünya bize çok şey verdi, inkâr edemeyiz. Bilgiye hızla ulaşmayı, konforu, teknolojiyi… Ama götürdüklerine de sessiz kalamayız. Belki en büyük devrim, kalabalıklar içinde vicdanı hâlâ dinleyebilmektir.
Ahlak değişebilir, ama yozlaşmak zorunda değil. Çünkü insanın en iç sesi hâlâ doğruyu fısıldıyor. Yeter ki biz duymaya devam edelim.