Bazı insanlar vardır, konuşmaz. Gözlerinin içinde sakladıkları kelimeler, dudaklarına varmadan yok olur. Bir bakışıyla anlatır içindekini, bir suskunluğuyla haykırır aslında her şeyi.

“İyiyim” der ama o kelime öyle yabancı, öyle sahte çıkar ki ağzından, duyan değil de gören anlar gerçeği. Çünkü o yüreğin etrafına örülmüş taş duvarlar vardır…

Peki soralım kendimize: Bu duvarları biz mi ördük, yoksa hayat mı ördü bizim yerimize?

Çocukken her şeyi içimizden geldiği gibi yaşardık. Kırıldığımızda ağlar, sevdiğimizde sarılır, güldüğümüzde içten kahkahalar atardık. Kimseden çekinmezdik. Çünkü kalbimizde savunmaya gerek yoktu. Henüz kimse içeri girip canımızı yakmamıştı. Ama sonra... Sonra bir gün biri geldi, güldüğümüzü yüzümüze vurdu. Ağladığımızda “abartma” dedi. Sevgimizi gösterdiğimizde “fazla geldin” dedi. İşte o gün ilk taşı biz koyduk duvarın temeline.

Zamanla öğrendik… Ne kadar az gösterirsek, o kadar az yara alıyorduk. Gittikçe kısık sesle “seni seviyorum” dedik. Sonra hiç dememeye başladık. Sarılmak istedik, ama geri çekilmek daha kolay geldi. Çünkü insan, reddedilmekten korkuyor. Anlatmıyor, çünkü bir kez anlatıp da anlaşılmadığında, bir daha anlatma cesareti kalmıyor.

Belki hayat acımasızdı, evet. Ama o duvarları sadece hayat örmedi. Biz de elimizdeki her hayal kırıklığıyla bir taş koyduk o duvara. Her terk edilişte, her yanlış anlaşılmada, her yarım kalan cümlede bir taş daha… Ve bir gün baktık ki, kimse giremiyor içeri. Ama fark etmedik ki biz de çıkamıyoruz o duvarların dışına.

Yalnızlaştık. “Kimse beni anlamıyor” dedik. Ama kimseyi yaklaştırmadığımızı söylemedik. Belki de en büyük yorgunluğumuz, sevdiğimiz insanlara bile kendimizi anlatamamak oldu.

Şimdi soruyorum: Yüreğimizin taş duvarlarını kim ördü?
Belki biz, belki hayat.
Ama belki de artık o duvarları yıkma zamanı geldi.

Birini içeri almak kolay değil, bunu biliyorum. Ama ya içeri girmesine izin vermezsek, sonsuza dek o duvarların içinde sıkışıp kalacağız. Unutma… Sevgi, en çok da çatlaklardan sızar.